İBRAHİM FAİK BAYAV

İBRAHİM FAİK BAYAV

15 Nisan 2024 Pazartesi

Şeair-i İslamiye Ne Demektir

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şeair-i İslamiye Ne Demektir?

Şeair-i İslamiye Ne Demektir?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Birilerinin ağzında ‘şeair-i İslamiyeye darbe’ lafı dolaşıyor. Sadece kendilerini müslüman bilen kişiler, kendi safında olmayan ünlü kişi için söylüyorlar bu lafı. Bu laf, siyasi parti hesabına olduğunda endişe oluşturuyor.

Google aramasında şeair-i İslamiye hakkında çok yazı bulunabilir. Ama ona darbe nasıl vurulabilir, çok kişiler bilmezler, anlama zahmetine de girmezler.

Şeair-i İslamiye demek ne demek?

Bu tamlamadaki ‘şeâir’ sözcüğü; İşaretler, alametler, deliller, demektir. Var olan düzen ile düzensizlik arasındaki sınır işaretleridir. Mesela; Mekke karanlığı belirli isimlerdeki putlarla gösterilirken, Medine aydınlığı mescidlerden ve belirli vakitlerde okunan ezanlardan anlaşıldı. Bazı uygulamalar, iki farklı yaşamı birbirinden ayırıyor, bunlara, ‘şeair’ adı veriliyordu.

Bu tamlamadaki ‘İslam’ sözcüğü ise; toplumun düzenliliğini, mutluluğunu, emniyetini tanımlar. Bu sözcük, düzenliliğin düzene koymaya yarayan emir, ilke, tasarı ve kurallar bütünü ile olduğunu/olacağını ima eder. Bunlara uyum sağlayan her kişi ‘müslüman’ sıfatını alırken, inanarak uygulayan ‘mümin’ diye anılır. O zamanda o beldede kurallar Allah tarafından gelen vahiyle oluştuğundan, müminlik, kuralları gönderene itirazsız uymak olarak belirtilmiştir.

Şeair-i İslamiye demek, bir toplumda düzenliliğin, barışın, temizliğin, hakyemezliğin, zararsızlığın yani adaletin var olduğunu gösteren işaretler demektir.

Osmanlı’nın yıkılışından sonra kurulan yeni devlette yönetim, -1928  1946 yılları arasında- İslamlık işareti sayılan çok şeyi ortadan kaldırdı. Ama İslam diye bir şey yoktu ki. Osmanlı’nın yıkılmasıyla İslamlık zaten bitmişti. Denebilir ki, ruh olan İslam bünyeden gittiği için Osmanlı bitmişti.

Olmayan İslam’ın alameti de olamazdı; yeni devlette kaldırıldı.

1950’de dindar bilinen yönetimin işbaşına gelişiyle alametler (şeair) birbiri ardına ortaya çıkmaya başladılar. Tuhaf ki alametlerin içinde İslamlık kokusu bulunmuyordu.

Ard ardına  yapılan yeni camilere ve uzun sivri minarelere bakılsın lütfen. Süslü halleriyle burada gönül coştururken, dış ülkelere kokusu kötü gidiyor.

Yabancılar, çok güzel işaretleriniz (şeairiniz) var demiyorlar. Bu işaretlerin -cami minare ezan- olduğu yerlerde çocuklara tecavüz olayları ne zaman bitecek diyorlar. Yedi yaşındaki kız çocuklarını 30 – 40 yaşındaki adamla nikahlanabilir fetvası nasıl verilebiliyor, diyorlar. Yasalar, zayıflara işlerken, yönetime yakın olanların muaf tutulmasının sebebi ne diye soruyorlar. Bu camilerle ezanlarla temsil edilen toplum bireyleri, neden bir banka görevlisi kadar güvenilir olamıyor, diyorlar.

Şimdi bakalım… Cami, minare ve minarede okunan ezanlar geçmişte şeair-i İslamiye olarak anıldı. Bugün aynısı bir kaç yerde vardır denenebilir. Üsküdar’da Şemsipaşa camisi’ne duydukları ezanla uğrayanlar, gördükleri kütüphane ile, burası okuma öğrenme yeri de imiş, derler. O cami, o minare, o ezan İslam’ın şubesi olan ilmin şiarı olarak zihne girer. Altunizade’deki Marmara Camisi’ni gezenler, caminin fakülte ile içiçe olduğunu gördüklerinde, -geleceğin ilimadamlarını çıkaracak yer olduğundan- oranın şeair-i İslamiyeyi yansıttığını ya da yansıtacağını anlarlar. Keza Beyazıt camii de öyle. Karşısındaki üniversite, arkasındaki Sahaflar çarşısı ve geniş ışıldayan gezi alanı ile o cami ve okunan ezanları, İslam’ın şearine güzel örnek oluyordur.

İstanbul’da Haliç’e vapurla girip Fener’de ve Balat’ta yürüyenler, orada bir camiyi zor bulurlar. Ama sokakları, kibrit çöpü bulunmayacak kadar temizdir. Draman’a çıkıldığında büyük bir camiyle karşılaşılır ama sokakları çöpleşmekte olduğu da görülür. Oradaki camiyi şeair-i İslamiyeden sayabilecek kişinin epey düşünmesi gerekir.

Geçen hafta, Nakşi bilinen bir cemaatin Beykoz’da devam eden külliye inşaatı, yönetimin emriyle yerle bir edildi. Dendi ki; kanunla yasaklanmış alana, hangi amaçla olursa olsun, inşaat yapmak yasaktır. Külliye sahipleri, ‘sünnet’ dedikleri sakallarıyla, cami, Kur’an, ezan falan filan deyip durdularsa da yıkım ekipleri onları takmadı. Yapılıp bitseydi, o külliye, o cami, o minare ve okunan ezanlar, İslam’ın değil, hukuktan anlamayanların şiarı olarak anılacaktı. Müslüman bilinen yönetim bile, hukuktan anlamayanlara taviz veren olarak tanınacaktı.

Geçmişte, yeni devletin icraatına karşı, şeair-i İslamiyeye vurulan darbelerden, -gelecekteki endişe sebebiyle- bahsedilmiş. Bugün bahsetmenin, birilerini bu tavırla suçlamanın anlamı yok. İslam’ın ne olduğunun öğrenilmesi ve anlatılması gerçekleştiğinde şeair de oluşur.