Atatürk’ü Kim, Nasıl Anlattı ?

Atatürk’ü Kim, Nasıl Anlattı ?

ABONE OL
Şubat 19, 2023 14:56
Atatürk’ü Kim, Nasıl Anlattı ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Atatürk’ü Kim, Nasıl Anlattı ?

ATATÜRK’Ü KİM, NASIL ANLATTI ?

Amerikalı Gazeteci, Miss Gladya Baker anlatıyor:

Atatürk’ün mülakatta bulunduğu sayılı yabancı gazetecilerden biri olan Amerikalı Miss Gladya Baker de (yıl 1935) O’nu tarif ederken diyor ki:

“İnsanı teslim alıcı gözlerinde Gazi’nin fevkalade önderlik kuvveti vardır. Kalın kaşları sakin durmaz, yüksek entellektüel zirvelere kalkar ve hayrete şayan bir derecede geniş alında derin çizgiler oyacak bir şekilde çatılır. Derisi açık renkli ve güneşten yanmıştır, esmer değildir. Saçı sarımtrak kahve ve kül rengindedir. (O zaman saçlan seyrelmiş ve beyazlarla dolmuştu) Ağızının temiz kesilmiş hattı ve çenesi kararlarının kesinliğini gösterir; O tetiktir, cevabı hazırdır. Nazarı dikkati celbedecek kadar zekidir. İstirahatta iken O, sert dudaklı ve trajiktir. Neşeli olduğu zaman bile gözleri çelik parıldamasını muhafaza eder.”

Kaynak: Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları,3. Baskı, 2006, ISBN:975-08-0882-7. Sayfa:12

Amerika Büyük Elçisi General Sherrill * anlatıyor:

“Kemal’in bende bıraktığı ilk intiba kaydolunmaya değer. Arkasını ışıktan yana verdiği için sadece ahenkli endamının farkına vardım. Daha sonra müsait zamanda yaptığım gibi çehresini teferruatiyle inceleyemedim. Bununla beraber bir bakışta anladım ki gayet gür, çok geniş kaşlı, zeka ile ışıldayan bir yüz üzerine açılmış keskin ve açık renk gözlü bir adam, sağlam yapılı olan bütün tabii varlığıyla önümüzde durmaktadır. Bize bahşettiği kısa mülakat sırasında, sanki her an tetikte duran dinçliğine ve omuzlarının kudretine dikkat edebildim. Şahsında kuvvet ve maharetin bu imtizacı, O’nu Amerikalı bir futbol mütehassısına, muhacim hattından ziyade müdafaa hattında oynamak için seçtirirdi. Şu ciheti derhal belirtmeliyim: Sebebi başkanlık ettiği törenin resmi hüviyetine izafe edilebilecek bir çekingenliğe rağmen rengi kah mavi, kah sincabi olarak eşsiz bir şekilde değişen hareketli gözlerinin cazip ifadesiyle beni hayrette bıraktı.”

*Diplomat, hukukçu ve tarihçi olan General Charles H. Sherrill (1867-1936), 1909-1911 yılları arasında ABD’nin Arjantin ortaelçisiydi. I. Dünya Savaşları sırasında New York Eyaleti’nde silah altına almadan sorumlu tuğgeneral ve emirleri orduya tebliğ eden general olarak görev yaptı. 17 Mart 1932 tarihinde, ABD’nin tam yetkili fevkalade elçisi olarak Ankara’ya atandı. 20 Mayıs 1932 tarihinde itimatnamesini sundu. Görev süresi 23 Mart 1933 tarihinde sona erdi.

Kaynak: Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, 2006, ISBN:975-08-0882-7. Sayfa:13

Fransız yazar Claude Farrère*  anlatıyor:

Mustafa Kemal Paşa 18 Haziran 1922 günü öğle saatlerinde Claude Farrère’i Kar-ı Hümayun’da kabul etmiştir. İki saat görüşmüşlerdir.

Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşme ve Türk ordusu Claude Farrère üzerinde “O kadar derin bir tesir husule getirmiştir ki”, verdiği demeçlerde Mustafa Kemal Paşa’dan bahsederken onun meziyetlerinden de uzun uzadıya söz etmiştir.

Claude Farrère,  1930’da Paris’te  yayınlanan “Turquie  Ressuscitee”  (Dirilen Türkiye)  adlı kitabında,  İzmit ve  Adapazarı’nda görüştüğü  Mustafa Kemal  Paşa hakkında  şunları  yazmıştı: “O’na (Mustafa  Kemal’e),  kendimi  kaptırmaktan  alıkoyamadığım  bir  heyecanla, bakıyorum.  Bir  kere  daha belirteyim  ki, görünüşü yanıltıcı değil.  İşçi esere benziyor. Uzun  ve kuvvetli bir kafa, düşünceyi yansıtan kırışıklıklarla kaplı geniş bir alın, korkunç bir enerji ifade eden çene; buzullar kadar mavi gözler- işte ilk önce görülen şeyler bunlar. Akıl almaz derecede kendine hâkimiyet; hiç bir şeyin boyun eğdiremediği bir irade; ve nihayet en sabit  ve en  sabırlı dikkat etme ve düşünme kudreti; işte bu yüzün daha sonra ortaya koyduğu şeyler. Bu çehre o kadar hareketsiz ki, insanı büyülüyor. Bir gülümsemenin  bu yüz çizgilerini yumuşatabilmesi imkânsız  gibi  görünüyor.  Bununla beraber, birdenbire, insanı şaşırtacak kadar  tatlılıkla gülümsediği de  oluyor. Yaşı tahmin edilemez. Söylediklerine göre, Mustafa Kemal Paşa 41 yaşında imiş. Bense  30 ile  50 arasında bir yaş  seçemezdim onun  için. Yüzdeki kırışıklıklar derin,  ama bıyıklar  sarı; saçlar ağarmış, ama yürüyüş çevik. Mustafa Kemal Paşa’nın inanılmayacak sınırların ötesinde uykusuzlukla mücadele . edebileceğini, yirmi bir gün ve gece süren Sakarya Savaşı boyunca en uzunu beş saati zor bulacak şekilde, sadece altı gece uyuduğunu biliyorum. İşte -Anadolu’nun Tek Adam’ı, böyle tezatların ve direnişlerin bir bütünü.  Karşılıklı konuşuyoruz. Yeni bir gariplik; karşısındakiler konuşurken bu adam dinliyor. Devlet adamlarıyla düşüp kalkan herhangi bir kimse, bunun ender  rastlanan bir şey olduğunu  bilir. Devlet  adamları ile konuştuğunuz  zaman, alışıldığı üzere, kendi  öz kâhinliklerine inanmış bu insanlar, onlara söylenenleri hiç dinlemezler ve söyleyeceğinize  inandıkları şeylere  göre  cevaplarını  önceden  hazırlarlar.  Bu  yüzdendir  ki,  devlet  adamlarının  cevapları  bütünüyle  belâgatlı, beklenmedik, ama abuk sabuk denilebilecek şeylerdir. Adlarını sayabileceğim bir yığın bakanın tersine M. Kemal Paşa çok dinliyor, uzun uzun düşünüyor ve pek az cevap veriyor. (….) Fakat, lidere, Mareşale, Gazi Mustafa Kemal’e hitap edildiği zaman, oh! işte o zaman sonsuz bir saygıdan da öte, fanatizme varan bir çeşit saygı, bir inanç duyuluyor O’na karşı. Bütün bakışlar kıvılcım saçıyor, bütün çehreler aydınlanıyor. Eski zamanların muhafız alayı askerleri, İmparatorla karşılaştıkları zaman böyle olmuş olsalar gerek.  Hiçbir yerde, hatta  Fransa’a bile,  1914-1918 yılları  arasında askerlerin  şeflerine  böylesine  zevkle  bağlı olduklarını görmedim…”

* Claude Farrère “Türk Dostu” olarak tanınan ve adı Pierre Loti’ye eş tutulan dünyaca tanınmış bir Fransız yazarıdır. İlk olarak Balkan Savaşlarında Türkler lehine kalemini kullanmış ve büyük ün kazanmıştır. Farrere, Millî Mücadele Döneminde özellikle 1921 ve 1922 yılında Türk davası lehinde faaliyetlerini daha da yoğunlaştırmıştır. Bu yüzden kendisine TBMM’nin 21 Ocak 1922 tarihli oturumunda resmî teşekkür edilmesi kararlaştırılmıştır. Claude Farrère 6-23 Haziran 1922 tarihleri arasında Türkiye’de bulunmuştur. Bu seyahatin en önemli kısmı 18-19 Haziran’da İzmit ve Adapazarı’nda kendisini kabul eden Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeleri ve oradaki izlenimleridir. Farrere’nin Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa’ya dair gerek Türk gerekse de yabancı basında çok önemli izlenimleri yayınlanmıştır. Bunlar dönemin tarihi açısından büyük değer taşımaktadır.

Kaynak: Özçelebi, Ali, “Mustafa Kemal Atatürk ve Claude Farrere”, 50. Yıl Armağanı, Atatürk Üniversitesi Yay., C. II, Erzurum-1974.

Hasan Rıza Soyak* anlatıyor:

“Mustafa Kemal Atatürk; Saçlar altın sarısı. Yüz, güneşten hafif yanmış koyu pembe. Alın, dikkati çekecek kadar enli ve kırışık. Kaşlar, gür ve şahlanmış gibi alna doğru kalkık. Gözler, iri, gök mavisi renginde ve çelik parıltılarla dolu. Elmacık kemikleri biraz çıkık. Burun, kusursuz fakat kanatları dolgun olduğundan büyük görünür. Dudaklar, ince, üst dudak altındakinden daha mütebariz. Çene, azim ve kuvvet ifade eden yapıda geniş. Omuzlar da öyle: Geniş ve yuvarlak. Göğüs kabarık. Pazılar dolgun adaleli fakat ellerle parmaklar ince ve uzun. Karınsız, bacaklar düzgün, ayaklar da eller gibi ince.

Atlet vücutlu, zarif endamlı, keskin ve derin bakışlı, ciddi tavırlı, hareketleri canlı ve çalak, her haliyle alımlı bir erkek güzeli.

İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün portresi.

Boyu 1. 74’tü, fakat vücudundaki tenasüp itibariyle daha uzun görünürdü. Kilosu 74 – 76 arasında değişirdi.”

* 1888 yılında Üsküp’te doğan Hasan Rıza Soyak, Rüştiye’yi bitirdikten sonra İstanbul’da, Vilayet kaleminde devlet hizmetine girdi; 1914’te İstanbul Merkez Komutanlığı’na bağlı Sıkıyönetim Komutanlığı hatipliği görevinde bulundu. Aynı yıl 1. Kolordu Kurmaylığı bürosunda görevlendirildi. I. Dünya Savaşı’nın ilk yılını burada geçirdi ve 1916’da 2. Kolordu Kurmaylığı’nda aynı nitelikte bir göreve nakledildi. Hasan Rıza’nın Ankara’daki görev yılları 1922’de, TBMM’de katip olarak başladı. Bu görev, kendisini sürekli olarak Mustafa Kemal’in yakınında tutuyordu. Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, 1924’te kendisini mutemet olarak Çankaya Köşkü’ne aldı. 1927’de özel kalem müdürü, 1932’de genel sekreter vekili, 1934’te genel sekreter oldu ve bu görevi Atatürk’ün ölümüne kadar sürdürdü. Genel sekreterliği sırasında bir dönem de Burdur milletvekilliği yaptı. 1970 yılında İstanbul’da öldü.

Kaynak: Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı ,2006, ISBN:975-08-0882-7. Sayfa:11

Fransa’nın Ankara Büyük Elçisi Kont de Chambrun anlatıyor:

“İstanbul’dan Devlet merkezine dönen Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal beni 27 Eylül 1928 günü kabul edeceğini bildirdi. O gün bizi Cumhurbaşkanlığının otomobilleri ile Çankaya Köşkü’ne götürdüler. Maiyetimdekileri başka bir odada bırakarak kabul odasına yalnız girdim. Gazi’ye baktım, etrafında yaverleri, sağında Dışişleri Bakanı olduğu halde şık bir elbise ile ayakta durmuş, elini hafifçe yazı masasına dayamıştı. O da bana bakıyordu; bazen mavileşen, bazen gri bir renk alan gözlerinin çelik akisleri vardı. Cumhurreisi bir kağıda bakmadan konuştuğumu görerek parmaklarının arasında tuttuğu kağıdı nezaketen bir kenara koydu. Pek zarif bir lisanla bana Türkçe cevap verdi. Uzaklara daldığı zaman insanlara ait şeylerin üstünden geçiyormuş hissini veren bakışı, muhatabının üzerinde durunca garip bir tatlılık alıyordu. Sarı saçlarla çevrelenen sebatkar bir alın, yanaklarının çıkık kemikleriyle asabiyeti belirten çehresine azimli bir ifade veriyordu. İnce, kavisli, iradeli üst dudağı hemen hiç görünmeyen alt dudağını örtüyordu. Yalnız burun delikleri titriyordu. Çöllerin ateşinden, şarkın karlarından yılmadan sert döşeklerde yatan bir asker gibi adaleli ve kuvvetli idi, omuzları, bütün mesuliyetleri taşıyabilecek kadar genişti. Bu adam; zaferi tevazu ile tutabilecek kudrette idi. Siması bu suretle hafızamda yer ederken Mustafa Kemal sustu. Nutkun metnini Dışişleri Bakanına verdi, Bakan Fransızca tercümesini okudu.”

Kaynak: Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, 2006, ISBN:975-08-0882-7. Sayfa:12

3 Mart 1921 yılında Atatürk ile röportaj yapan Amerikalı gazeteci Clarence Streit anlatıyor:

“Beni Türk konukseverliğiyle karşıladı. Benimle 2 saat boyunca rahatça Fransızca konuştu. Yakışıklı ve güzel görünümlü bir adam. Çok düzgün giyimli, düzgün konuşuyordu. 40 yaşındaydı ama daha genç gösteriyordu. Geniş alnı, ağız ve çene yapısıyla bir savaşçının hatlarına sahipti ama onu gözlüklü ve kalpaksız gördüğünüzde bir profesör izlenimi veriyordu. Gözlerinde düşlerini gerçekleştiren bir idealist ifadesi vardı. Bende güçlü bir karakter izlenimi yarattı. Yaşam biçimi ve liderliğinde gösterişten, kendini beğenmişlikten eser yoktu. Makam arabası ve konutunu koruyan korumalardan başka, diğer devlet başkanlarının sahip oldukları onda yoktu. Röportajdan sonra çok inandığı ülkesini tanıdım.”

Kaynak: Princeton Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Heath Lowry.

Prof.Dr.Clemence Holzemeister* anlatıyor:

Atatürk, karşılaştığım en büyük kişilikti;

Holzemeister: “Hemen belirteyim. Atatürk benim hayatımda karşılaştığım insanların içinde en büyük kişiliğe sahip olanıydı. Düşünüyorum da Adenauer, Irak Kralı Faysal ya da Papa, bütün bu devlet adamları ile karşılaştım, her biri mükemmel birer insandı. Ama Atatürk öyle etkileyici idi ki… Nasıl söylesem, sadece fiziği, duruşu ile etkileyici idi. Çok az konuşurdu, çok az jest yapardı, ama ne yapsa büyük kişiliğinin sonucu etkileyici idi. Tek adam kalkıyor, bir başına, karmakarışık, savaş halinde ya da savaş sonrası ortamının gerçekten çok zorlu şartlarına rağmen  yeni, sapasağlam bir Türkiye’yi ortaya çıkarıyor. Bu, atatürk’ün kişilik özelliğinin bir sonucudur. Arkasında bir takım kişiler, partiler, destekler olmadan Anadolu’yu canlandırdı. Çok laf yerine karar ve eylem…İşte Atatürk’ün karakteri. Anadolu onun sayesinde harekete geçti, gücünü gösterdi. Bütün bunlar Atatürk’ün liderlik vasfı ile sağlandı.

Atatürk’ü resmi toplantılarda hatırlıyorum. Misafirlerini kabuldeki asaleti, vekarı; deyim yerinde ise o bir prens gibi idi. Üzerinde hiçbir madalya, liyakat nişanı ve benzeri cafcaflı  şeyler olmadan gri elbisesi içinde sade bir insan olarak… İşte buydu hepimizi etkileyen. Avusturya’dan geldiğimizde bir tantana ile karşılanacağımızı zannetmiştik. Hayır, karşımızda büyük bir kişilik vardı. Bu kişilikti Türkiye’yi Türkiye yapan. Gönül isterdi ki Atatürk’ün çizgisi ve bıraktıkları hiç eksiksiz ve tavizsiz hep sürebilse idi. Bu benim kişisel görüşüm ve dileğim…”

* Prof. Dr. C. Holzemeister: (Doğumu 1886 Tirol Avusturya, ölümü 1983)  Viyana Mimarlık Akademisini bitirdikten sonra, 1924 yılında Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde profesörlük yapıp daha sonra aynı üniversitenin dekanı oldu. 1928 yılında Atatürk tarafından Türkiyeye davet edildi. Türkiye’de kaldığı süre içinde bakanlık binaları, Merkez bankası, Yargıtay, Genelkurmay Başkanlığı, Harpokulu, Cumhurbaşkanlığı Köşkü gibi pek çok bina yaptı. Türkiye’de ünlü olan bir çok mimarı yetiştirdi. TBMM binasını uluslararası açılan bir yarışmayı kazanarak yapmıştır. Atatürk’le bir çok görüşmesi olmuştur. Holzemeister 16 yıl Türkiye’de yaşamıştır.

Kaynak: Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar, Nazmi Kal, Bilgi Yayınevi, Kasım 2001. ISBN: 975-494-949-2, Sayfa:70-76

Blanco Villalta* anlatıyor:

“Atatürk’ün hayatını derinlemesine inceledim. Onun, yayımlanan tüm portrelerini de bildiğimi sanıyorum. Sakarya kahramanı, ülkenin yaratıcısı, ince yapılı, gülümseyen ama sert bir adam. Buradaki Atatürk, devrimleri gerçekleştiren ve yeni bir ulus yaratan Atatürk’tür. Bakışlarında sonsuzluğu simgeliyor. Dünyadaki bütün güçlüklerin üstesinden gelmiş, düşünen ve de savaş kazanan bir insanın ifadesi var…

… Onu tanıdığın dönemde yarı tanrısal bir zafer tacı ile bezenmiş olmasına rağmen onun gerçekten bir insan olduğunu, her insan gibi acıları, üzüntüleri ve güçlükleri olan bir insan olduğunu görebildim. Ve bence Atatürk’ün büyüklüğü, bir insan yalnızca bir insan olarak bu bu denli büyük bir eser yaratmış olmasındandır. O Türkiye’nin kaderi olduğunu bildiği zafere giden yolda Türklerin her zaman yanında olan onlar gibi bir Türktü.”

* Arjantin’li diplomat Blonco Villalta 1930’lu yıllarda babasının diplomatik görevi nedeni ile Ankara’da İstanbul’da bulundu. Daha sonraları kendiside diplomat olarak Türkiye’ye geldi ve Atatürk ile ilgili Arjantin’de yayımlanan bir kitap yazdı.

Kaynak: Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar, Nazmi Kal, Bilgi Yayınevi, Kasım 2001. ISBN: 975-494-949-2, Sayfa: 137-143

Alman Generali Liman Von Sanders* Anlatıyor;

“Sevimli, sempatik, mütavazi duruşlu, fakat kararlarında aşırı derecede ısrarlı, dileklerinde sarsılmaz surette sebatlı, görüşlerini açıklamada tereddüde yer bırakmayacak derecede açık.”

* 17 Şubat I855’te Stolp’da (bugün Polonya’da Slupsk) doğdu. 1874’te Essen muhafız birliğinde subaylığa başladı.1911’de generalliğe yükseldi. Osmanlı ordusunda yenilik yapmak için Almanya’dan istenen kurulun başkanı olarak 14 Aralık 1913’te İstanbul’a geldi. Önce, Osmanlı Ağustos 1914’te I. Kolordu komutanı oldu. 1914’e kadar Osmanlı ordusunda bazı reform çalışmaları yaptı. Almanya ile yapılan anlaşma gereğince mareşallik rütbesine yükseltilen Sanders, Mart 1915’te de Çanakkale’de V. Ordu komutanı oldu.

1917-1918 yıllarında bu kez Filistin Cephesi’nde IV., VII. ve VIII. ordulardan oluşan Yıldırım Orduları Grubu komutanlığına getirilen Liman Von Sanders, İngiliz generali Allenby’nin saldırılarına karşı koyamadı. Eylül 1918’de Filistin Cephesi yarılınca kuvvetlerini Halep’e kadar çekti. Bundan sonra Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nı Mustafa Kemal yürüttü. Mondros Mütarekesi’nden sonra bir süre İstanbul’da gözaltında tutuldu. Alman askerlerinin geri gönderilmesi çalışmalarını üstlendi ve daha sonra kendisi de Almanya’ya döndü. Son yıllarını anılarını yazarak geçirdi Sanders, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından (30 Ekim 1918) hemen sonra Türkiye’den ayrıldı. Sanders’in Türkiye ile ilgili iki eseri vardır, Malta’da savaş suçlusu olarak bulunduğu süre içinde yazdığı “Türkiye’de Beş Sene” ve “Milleti Müselleha”. 1929 yılında Münih’de öldü.

Kaynak: Atatürk, Hayatı Ve Üstün Kişiliği, Prof.Dr. Hamza Eroğlu, Savaş Yayınevi, ISBN: 978-975-6331-66-8, Sayfa:243

Ruşen Eşref Ünaydın* Anlatıyor:

“Atatürk, uzuna yakın orta boylu idi. Endamı pek biçimli olduğu için, daima daha boylu hissini vermiştir. Omuzlarıyla göğsünün geniş ve dolgun olması gövdesine dikkati çeken bir tenasüp temin ederdi. Vücudunda baştan ayağa kadar tam bir ahenk vardı ve hiçbir estetik noksanı göze çarpmazdı. Duruşunda heykelî bir mehabet, hareketlerinde canlı ve çalâk, aynı zamanda zarif bir mümtaziyet gözleri alırdı. Başı, omuzlarıyla göğsünün genişliğine uygun gelecek surette irice ve gayet biçimli olmakla beraber altın sarısı saçlarla daha süslüydü. Bu müstesna saçlar, iki yanı daha açık olduğu için, genişliği artan güzel bir alın mesafesi bıraktıktan sonra başlıyarak arkaya doğru sımsıkı taranmış bulunur ve o erkek baş üstünde bir arslan yelesini hatırlatırdı. Çatık ve kavisli olmayan gür kaşlar, şahlanmış gibi yukarıya ve tersine kıvrılarak yüzün hususiyetini arttırırdı. Ve o gür kaşların altında irice, hafif şehlâ olan gök mavisi gözler, mânası her an değişen ışıklarla parıldar ve şimşeklenirdi. Elmacıklar biraz çıkık, gözlerin arası epeyce açık olduğundan o geniş cephenin altında sima da karşıdan geniş görünür ve burun, kusursuz olmakla beraber, dolgun kanatlarıyla bu adalî yüzün ehemmiyetini besliyecek derecede büyük dururdu. Hele kanatların belirtili kımıldanışları, mizaçtaki fazla duyarlığı meydana vururdu.

İnce dudakların sımsıkı kapanışı, çenenin sağlam duruşu, ruhundaki irade kudretini anlatan bir manâ taşırdı. İnce-uzun parmaklı eller, yıkıcılığı değil, yapıcılığı ifade eden sanatkâr elleri, âhenkli jestlerle zarafet ve talâkatini arttıran o güzel eller Atatürk’ün hususiyetini tamamlar, daima en esaslı noktaları ve varılması lâzım ufukları işaret ederdi.”

* Ruşen Eşref Ünaydın 1892 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini 1900-1911 yılları arasında Galatasaray Lisesi’nde tamamladı. 1914 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. 1911-1920 yılları arasında Galatasaray Lisesi, Yüksek Askeri Baytar Okulu ve Yüksek Öğretmen Okulunda Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yaptı.

1920 yılında Kurtuluş Savaşı mücadelesine katılmak üzere Ankara’ya geçti. 1922 yılında Buhara Elçiliğinde Başkatip olarak çalışan Ünaydın, Basın Müşaviri olarak Lozan Konferansına katıldı. 1923 yılında Afyonkarahisar milletvekili olarak meclise girdi. 1934-1945 yılları arasında Tiran, Atina, Budapeşte, Roma ve Atina’da elçilik görevlerinde bulundu. 1952 yılında da emekliye ayrıldı.

Edebiyatçılarla yaptığı konuşmalarını derlediği ve 1918 yılında yayımlanan “Diyorlar ki” adlı kitabıyla edebiyat dünyasında ün kazandı. “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat” adını taşıyan ve 1918 yılında Yeni Mecmua dergisinin özel sayısında yayımlanan eseri, Atatürk’ü basın yoluyla Türk kamuoyuna tanıtan en eski kaynak özelliği taşımaktadır. 1959 yılında hayatını kaybeden Ruşen Eşref Ünaydın’ın başlıca eserleri şunlardır:

Diyorlar ki (1918)

Geçmiş Günler (1919)

Ayrılıklar (1923)

Damla Damla (1929)

Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ile Mülâkat (1930)

Atatürk’ü Özleyiş (1957)

Atatürk’ün Hastalığı (1959)

İstiklâl Yolunda (1960)

Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor

Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP