SELMA ERDAL
Ekim Ayı Gelip Geçerken, Yüreklerimizi Delip Geçerken
*Yeni Anayasa tartışmaları bağlamında Anayasa'nın değiştirilemez maddelerine saldırılar sürüyor...
Daha dünlere kadar "Bu arada BOP diye hoplarken, patlak top gibi kalınca ortada, hani yüzlerini Atatürk'ün ırkından olanlardan yana çevirdiler ve onlara Özal gibi Türki Cumhuriyetler diyorlar ya... Demeyin! Onlar Türki değil, saf kan TÜRK ve devletleri de TÜRK DEVLETLERİ...
Onlar ümmet de değil entarili Araplar gibi; ulus, budun, ATATÜRKÜN ULUSU gibi... Anımsatayım dedim, sıyırmak isterken sizler kendinizi RABİA siyasetinden... Kullanmayın yanlış kavramlar ve sözler!" diye uyarılar yaparken...
Oysa bugün nelere tanık oluyoruz?
DEVLET kavramının anlamını bilmeyenlere ülkemizi emanet ediyoruz.
DEVLET kim? Özel ve tüzel kişi ve kurumlarla; sen, ben, biz, ordu, yargı, TBMM, asker, polis, hepimiz DEVLETİZ.
Ama siz Bay Kurtulmuş; siz ve arkadaşlarınız seçimlerle, kullanılan oylarla iktidar olan HÜKÜMETSİNİZ !
Eğer kavram kargaşasına düşüyorsanız ya da kavramları algılamakta zorlanıyorsanız; Siyaset ve Kamu Yönetimi alanındaki uzman kişilerden destek alınız, ders alınız ya da kendinize danışman bulunuz. Kavramları yüzünüze, gözünüze bulaştırmayınız !
*Anayasa ile oynamak yetmiyor, Cumhuriyetimiz'in de altını oymak istiyorlar...
Bir Fransız atasözü der ki
Bir atı suya götürebilirsiniz ama ona zorla su içiremezsiniz.
Bu sözlerin benzeri de bizim dilimizde şöyle seslendirilir:
Zorla güzellik olmaz.
Ama bizi zorluyorlar; ısrarla, inatla, istemediğimiz suları bize içirmeğe çalışıyorlar. Oysa 29 Ekim 1923'den beri bu ülkenin resmi ideolojisi ne yüklediyse bilincimize ve bilinçaltımıza... Bizim yönümüz, yanımız hep o doğrularda...
Zorla güzellik olmuyor işte ve zorladıkça bu ülkenin içinde pek çok farklı, pek çok başka düşünce yaşıyor ve birbiriyle çatışıyor.
Bu farklılıklar barış, huzur getirmiş olsaydı bize; ne düşünenin düşüncesine, ne yaşam biçimine, ne değer yargılarına aldırmazdık, ülkemizin temel değerlerine, kuruluş ilkelerine aykırı olmasaydı o düşünceler ve düşüncedekiler...
Çünkü biliyoruz ki...
Osmanlı'da da düalizm, Türkçesi ile ikili yapı vardı. Örneğin; Mecelle'nin yanı sıra, şerri mahkemeler de davalara bakardı. Evlilikler imam nikahıyla da gerçekleşirdi, resmi nikahla da... İsteyen peçe takardı, isteyen yüzünü açardı. Gidin bakın Dolmabahçe Sarayı'na Şeyhülislam'ın eşinin resmi duvarda; açık başı ve yüzüyle poz vermiş. Ve isteyen mahalle mekteplerine, isteyen de rüştiye ve idadiye okullarına gitmiştir ki rüştiye; ortaokul, idadiye lise karşılığıdır bilindiği üzere...
O günlerde gelenekçi ile yenilikçi birlikte yaşamış Devlet-i Ali Osmani'de... Kimse dokunmamış birbirine; illa ki benim gibi yaşayacaksın diye...
Cumhuriyet'le birlikte; pek çok kurum ve kuruluş Osmanlı'dan devir alındı. Cumhuriyet döneminde de Osmanlı'da olduğu gibi ikili bir yapı vardı; kuşkusuz devlet kurumlarında değil ama toplumsal yaşamın her alanında ikili yapı vardı. Bu ülkede gelenekçi, yenilikçi birlikte yaşadı, birlikte soluk aldı.
Oysa son yıllarda bu ülkenin devrim yasalarına ve kuruluş ilkelerine yapılan saldırıların yanı sıra; toplumsal yaşamda da dayatmalar var, toplumun yaşam biçimini değiştirmek için zorbalıklar var, zorlamalar var. Üstelik de bunları yapanlar; Osmanlıcılık kisvesi altında, Cumhuriyet'in aydınlığına saldırıyorlar.
Ola ki siz Osmanlıcılık oynayacaksanız; öncelikle Osmanlı'dan HOŞGÖRÜ dersi alacaksınız. Osmanlı gibi tüm dinlere, tüm değer yargılarına, tüm yaşam biçimlerine karşı anlayışlı, saygılı, hoşgörülü olacaksınız.
Demokrasinin nimetlerinden yararlanıp; TÜRBANA ÖZGÜRLÜK dediniz. Türbanınızın özgürlüğü sizlere yetmedi; bizim yaşam biçimlerimize, değer yargılarımıza dilinizi de, elinizi de uzattınız.
Bu durumda ne olacak bizim demokratik haklarımız;
Sizler nalıncı keseri gibi hep bana, Rab bana bencilliklerinizi sürdürdükçe?
*Elif ŞAFAK diye biri...
T24 adlı internet gazetesinde 18 Ekim 2024 günü yer alan paylaşımda Frankfurt Kitap Fuarı'nda açılış konuşması yapan "FETÖ Gelini namlı" Elif Şafak demiş ki:
Endişe çağı, ilgisizlik çağına dönüşürse Gazze'de, Ukrayna'da olanları konuşmayı bıraktığımız an hissizleştiğimiz andır.
Ve Elif Şafak şunları da söylemiş:
"Hannah Arendt'in edebiyatın hissizliğin panzehri olduğu konusunda bizi uyardığı şey tam da buydu. Yazarların savaşları durduramayacağını biliyorum. Nefreti bile durduramayız. Ama barış, bir arada yaşama, empati ve insanlık onuru ateşini canlı tutabiliriz. Bence edebiyatın gücü, bize neleri başarabileceğimizi hatırlatmasıdır"
Evet Elif Şafak haklısın; hissizleştik, alıştık, alıştırıldık...
Körfez savaşında kimyasal içerikli bombaların sıradan halkın üzerine düşüşünü
Televizyon kanallarından naklen izlerken...
PKK terörü belasında Türk, Kürt ayrımı yapılmaksızın canlar yitirilirken...
Kadınlara yönelik taciz, tecavüz, saldırı ve ölüm duyumları
Her gün kamusal alana duyurulurken...
Telefon, internet ve fenomen yaftalı dolandırıcılar
Ülke genelinde virüs gibi toplumda yayılırken...
Yüzü secdeye değen iktidarlarla birlikte
Risk beklentisinden de öte
Her türlü saldırıya, sömürüye, soyguna uğrarken; hissizleştik, her türlü kötülüğe alıştık, alıştırıldık
Ve başkalarının başına gelen dertlere karşı da duyarsızlaştık
Çünkü öncelikle kendi canımızın, malımızın derdine düştük.
e-Devlet'den çalınan kimliklerden sonra
Her gün birilerinin telefonları çalıyor
Tongaya düşenlerin de malları, paraları çalınıyor
Canı yanıyor.
Herkes bana dokunmayan yılan
Benden sonrası tufan tadında
Hissiz, vurdumduymaz, kendinden başkasına acımaz insanlara döndü.
18 Ekim 2024 günü de bizi 0507 383 38 69 numaralı telefondan arayıp, adınıza 6 tane sahte kimlik çıkarılmış; bu kimliklerle 18 tane ev alınıp, satılmış. Ayrıca FETÖ örgütünün şusu, busu demeye başlayınca "polis Ömer" olduğunu belirten telefondaki ses...
Biz de ansızın ayılıyoruz.
Ne olur, ne olmaz endişesiyle hemen e-Devlet'den tapuları kontrol ediyoruz, muhtara adımıza gelen tebligat var mı diye soruyoruz.
Anımsanacağı gibi çok yakın bir süre öncesinde; hepimizin kimlikleri de çalındı.
Ardından...
Bütün tanıdıklarımıza da 0507 383 38 69 numaralı telefonu bildiriyoruz.
Meğer onların arasında da böyle arananlar olmuş, onu da öğreniyoruz.
Narin'in, Rojin'in ve daha nicelerinin henüz kefenleri solmadan
Türk halkı olarak bir de
Yenidoğan Çetesi diye bebek canından beslenen vampirlerle tanışıyoruz
Dolayısıyla her gün; acaba bugün nasıl bir toplumsal afetle, felaketle karşılaşacağız sorusuyla güne başlıyoruz.
Sonuç olarak Elif Şafak hanım, Hannah Arendt'i , senin yazdığın zırvalıklardan önce okuduk.
Ama bizi; ülkemiz, ulusumuz ve öncelikle de kendi canımız ilgilendiriyor.
Kuşkusuz savaşta değiliz ama ülkemizde, ne yazık ki bizler savaştaki ülkelerden daha çok şiddete maruz kalıyoruz.
Sen Orhan Pamuk gibi ülkeni kötüleye dur yaban ellerde, versinler sana bolca paye...
Bizler için hiç kaygılanma; her birimiz buralarda kendimizden başkasına güven duymadan, bakarız başımızın çaresine...
Neylersin; ateş düştüğü yeri kadar bu dünya aleminde, senin sözlerin bizler için trişka !...
Selma Erdal; 19 Ekim 2024