Eski Türklerde bölgelere göre, güreş uygulamasındaki küçük farklılıklar; Osmanlılarda da görülür. Ayrıca Selçuklu Türkleri ile başlayan Bizans imparatorluğu ile olan yakın ilişkiler Osmanlı imparatorluğunda daha da yoğunlaşmış ve bu nedenle güreş türlerinden biri Bizanslılardan alınmıştır ve kökeni Eski Yunan’a kadar inen “Yağlı Güreş”tir. Osmanlı Türkleri bu güreş türünün kısa sürede benimsemişler ve Selçuklularla başlayan bu güreşe bir gelenek biçimine dönüştürmüşlerdir.
Osmanlı İmparatorluğunda güreşle ilgili uğraşlar için özerk örgütler görülür. Vakıf türünde olan güreş örgütlerinin sayıları özellikle İstanbul’un alınışından sonra inanılmayacak bir düzeye ulaşmıştır. “Tekke” adı verilen bu örgütlerin özel yönetimleri vardı. Ayrıca kapsamına okçular ve ciritçiler de alınabiliyordu. Topkapı Saray Kütüphanesinde Osmanlı güreş tekkeleri ile ilgili defterler bu konu geniş bilgi vermektedir. “Cebi Humayün” ve “ıhsanı Sahâne” gibi defterlerde çeşitli güreş turnuvaları, tekkelerin yönetimi ünlü pehlivanların adları ve kimlere kaçar kuruş aylık ödendiği yazılıdır.
Osmanlılarda sporcu anlamı değişik sözcüklerle tanımlanıyordu. Bunlardan biri de “Pehlivan”dı. Bu sözcüğün kaynağı Farsça olup “Pehlevan” biçimindedir. Araplar buna “Bahluvân” diyorlardı. Pehlivan sözcüğü genellikle güreş için kullanılır ise de, aynı kapsam içinde cirit, kılıç oynayanlar ve gürzle çalışanlar ile öteki spor dalları ile uğraşan kişiler de giriyordu. Güreşçiye “Küştigir” de denilmekte idi. Evliya çelebi, ünlü eserinde güreşçiler tekkesinden söz ederken. “Tekke-i Kştigran” dediği gibi, bazı yerlerde de güreş sözcüğü yerine “Güleş” sözcüğünü kullanmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda kullanılan pehlivan sözcüğü, daha sonraki yüzyıllarda, sadece güreşçiler için söylenir olmuştur.
Pehlivan olanlara sosyal yaşamda değişik bir yer verildiği için, herkes küçük yaşlardan itibaren sürekli çalışmalarla kendisini pehlivan olarak yetiştirme çabasına girmiştir. Bunlardan başarılı olanlar, yaşamlarını çeşitli yerlerde tuttukları güreşlerle kazanıyorlardı. Bu idman türü, tam bir halk sporu idi. Sonraki yıllarda başarılı olan güreşçiler, genellikle İstanbul’a yönelmişlerdi. Zira, güreşçilerin büyük ün sağlamaları İstanbul’da yapılan güreşlerle gerçekleşebiliyordu.
İstanbul’da iki Güreş Tekkesi vardı. Tekkelerin en büyüğü, Zeyrek yokuşunda olanı idi. Yine İstanbul’da Şişhane’de güreşe özgü bir Güreş Tekkesi vardı. Öteki vakıf biçimine getirilen güreş tekkeleri ise Mekke, Cidde, İskenderiye, Lazkiye, Şam, Maraş, Amasya, Tokat, Edirne, Ankara, Kütahya, Tire, Bergama, Manisa, Akhisar, Yenice, Üsküp, Gelibolu, İpsala,
Ustrumca, Abionya, Diyarbakır, Konya, Bursa, Balıkesir, Urfa, Halep, Belgrat, Bağdat ve Mısır’da bulunuyordu. Bu kentlerde bulunan güreş tekkelerinin yanı başında ya da bünyesi içerisinde öteki sporların da yapıldığı örgütler ve spor tekkeleri vardı.
Buradan da görüldüğü üzere güreş, olimpiyatlarda marşımızın en sık okunduğu ve bayrağımızın üst seviyelerde yer aldığı en eski sporumuzdur