Oktay Ekşi

Basın Konseyi Başkanı ve Hürriyet gazetesi başyazarı. 7 Aralık 1932 tarihinde Ordu ilinin Mesudiye ilçesinde doğdu. 8 Ocak 1952 tarihinde, 19 yaşında özel bir haber ajansında gazeteciliğe başlayan Oktay Ekşi daha sonra Dünya (gazete)sinde muhabir olarak göreve başladı ve 22 yaşından sonra da bu gazetenin 1960 yılına kadar Ankara Temsilcisi olarak görevini sürdürdü. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra Dünya gazetesinden ayrılarak Öncü gazetesinde İstihbarat Şefi olarak görev yapmaya başlayan Ekşi, İhtilalden sonra "1961 Anayasası"nı hazırlamak için kurulmuş olan Kurucu Meclis'te ''Basın Temsilcisi'' olarak görev aldı. Kurucu Meclis üyeliğinden sonra CHP'nin yarı resmi organı olan Ulus gazetesi'nde bir yıl kadar istihbarat şefi olarak çalışıp daha sonra da lisan öğrenmek için Londra’ya gitti ve buradaki Türkiye Başkonsolosluğu'nda üç yıldan fazla süreyle yerel katiplik yaptı. 1966 yılında Londra'dan yurda dönüşünde bir taraftan Yeni Gazete’nin Ankara Temsilciliğini yürütürken diğer taraftan da mesleği dolayısı ile geciktirmiş olduğu üniversite öğrenimini tamamlayıp, 1967 tarihinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezuniyet diplomasını aldı. HAKKINDA YAZILANLAR Midas onu tanısaydı kulaklarının sırrını emanet ederdi DOĞAN HIZLAN Hürportreler Hürriyet 2002 İlavesi Edip Cansever'in 'Çağrılmadan gelen Yakup'u vardı, benim de Oktay Ekşi'm. BİR 19 Mayıs sabahı, odamda gazeteleri okuyorum. Birden kapıda Kayzer Wilhelm bıyıklı, Burberry pardesülü ve şapkalı bir zat belirdi : - İşte bugün geldik, sizi kurtardık, demez mi? - Sizi Mesudiye'den kim çağırdı Oktay Bey, dedim. - Tamam bizi düşmandan kurtardınız ama İstanbul'a çakılıp kaldınız. Yani biz İstanbullular eğlenirken, o hep bizi kurtarmayı düşünürmüş... İşte kadim dostum Oktay Ekşi ile diyalektik münasebetimiz böylece koyulaştı. Anlayacağınız tez var, antitez var, sentez yok. Beni öylesine köşeye sıkıştırıyor ki, Osmanlı İmparatorluğu'nu savunmak zorunda kalıyorum. - Art düşünceyi (!) anlıyorum, beni ille o cepheye itiyor ki, Atatürkçülük meydanında yalnız kalsın. Ne oyunlar yapıyor, hele birini mutlaka yazmalıyım. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi'ne, bu yıl 18 Mayıs'ta bir konferansa gittim. Ertesi gün de 19 Mayıs. Salonda oturuyorum, elime bir telgraf tutuşturuldu: Acele İstabul'a bekleniyorsunuz. İmza: Damat Ferit. Beni oradakilerin gözünde, müseccel Osmanlı yapmaya niyetli. İşin aslını sonra anladım. 19 Mayıs'ta Samsun'a geliyormuş. Karizmasını, imajını ben bozarım korkusu yüzünden bunu yapmış. Biz de Atatürk çocuğuyuz Oktay Bey... Seyirlik oyuna dönüşen tartışmalarımızda, bazan o kadar öfkeleniyorum ki, düello teklifi geçiyor aklımdan. Aman, delilik etme diyorum, kendi kendime, adam Mesudiye dağlarında atış talimleri yapıyor, bir elde tabanca bir elde Kaleşnikof. Sen İstanbullu bir çelebisin, muhallebi çocuğusun, senin neyine bu kavga. Vazgeçiyorum. Siyasal olayların tansiyonunu ondan izlerim. Oda komşum Oktay Ekşi'nin odasına ellerinde dosyalar girip çıkan insanların sayısı çoksa, eyvah şimdi bir siyasetçinin canı yandı, derim. Ertuğrul Özkök'ün eşi Tansu Özkök'ün tesbitine katılıyorum: O, Hürriyet'in ISO 2001 kalite belgesidir. Gerçekten de öyle bir ağabeyimizdir. Okurlar da böylece benim daha küçük olduğumu öğrensinler... Hak bildiği yolda yalnız başına gider. (Sakın beni çağırma Oktay, Mesudiye'ye gelemem.) Doğduğu yere kendini adayan biri olduğun için seni çok seviyorum. Mesudiye'ye yaptıklarını burada övmek isterdim. Övgüden de şüphelenir... İstanbul'u terk edeyim diye orayı güzel gösteriyor, diyebilir. Ciddi başyazar hüviyeti dışında onu tanımak hayatımın hoş cilvelerinden biridir. Ben, fıkralardaki ince espriyi böylesine çabuk anlayan ve böylesine güzel gülen insana az rastladım. Tabii her türlü fıkraya, cümlesini ekleyip sizlere de biraz yorum özgürlüğü tanıyacağım. Onunla hep öğleden önce konuşurum. Şimdi bazı kötü niyetliler şöyle düşünebilir, Karadenizlidir de ondan mı diye... Hayır canım, öğleden sonra yazı krizine girince, anlattıklarımı dinlemez. Odasına kapandı mı, mükemmeliyetçiliğinin esiri olur, gözü kimseyi görmez. Hasm-ı canı olduğum için beni gözetlemeye ara verdiğini zannetmem. Midas, Oktay'ı tanısaydı, uzun kulaklarının sırrını ona emanet eder, elaleme de rezil olmazdı. Uzun meslek yılarından anekdotları anlatırken, basın ve siyaset tarihinin eşsiz olaylarının zevkini çıkarırım. Buradan sesleniyorum. Benle uğraşacağına anılarını yazsa, bilmediğimiz nice kapalı kutu açılmış olacaktır. Evet, dostum Oktay Ekşi'yle ilişkilerimiz bu minval üzre sürüp gidiyor. Ne yapalım, Edip Cansever'in 'Çağrılmadan gelen Yakup'u vardı, benim de Oktay Ekşi'm.
Benzer Videolar