Araf Suresi 40 ve 41: Birinci Bölüm: Mücrimler Kimlerdir?

İBRAHİM FAİK BAYAV Araf Suresi'nin 40'ncı ayeti ilginç konuya giriyor. İlginç konu ikinci bölümde tevil edilecek. Araf Suresi 40. Birinci cümle: ''İnne'l-lezine kezzebü bi ayatina ve istekberu anha''. Yani, ayetleri tekzip edenler ve önemsiz görüp ayet uyarısından uzak duranlar... Bu cümle, otuzyedinci ayette, ashabü'n-nar denen savaş oluşturucuları için kurulmuş. Bu ayette, 'mücrimler' için kurulu. Ayetin kelimelerini irdeleyelim: Mücrimin; اَلْمُجْرِمينَ Türkçe'de kullanılan şekliyle cürüm işleyenler demektir. Cürüm; Birbiriyle bağlı olan iki şeyin bağlantısını kesme olayıdır. Yünü koyundan kesip ayırmak... meyveyi ağacından çekip ayırmak gibi. Fakat hukuk diline geçtiğinde 'cürüm', yasaklanmış hareketi yaparak insanı bulunduğu düzenden, sağlıktan, eğitimden, sanattan, hatta hayattan kesip ayırmak oluyor. 'Mücrimin' kelimesi, yasaklanan davranışları gösteren kimseleri tanımlar. 'Ayatina' آياتِنا kelimesi, yapılması ve yapılmaması gereken kuralları tanımlar. Kitaplaştırılmış ve kamuya sunulmuştur. En üst merciden alt birimlere kadar herkesin yasaklanmış davranışlardan kaçınması, sorumluluk gerektiren davranışları göstermesi gerekir. Tekzib,  toplumda ya da ülkede etkin kişilerce, kamuya sunulan ilmi hakikatleri çürütme veya işlevsiz yapma hareketidir. Menfaatperest zihniyet, ilmi hakikat diye bir şey kabul etmez. Dünyalık elde etme hırsı, çevreyi veya bölgeyi bozmayı hedefler. insanların ve diğer canlıların telefi, tekzip hareketinin neticesi olarak ortaya çıkar. El-lezine kezzebü, اَلَّذينَ كَذَّبوا şeklinde tanımlananlar, kural üzere icra etmeyi ret edenlerdir; Kendilerine engel olunduğunda, engel olanları ya da olmak isteyenleri saf dışına atmayı becerirler. Yönetimdekileri etkilerler; gerekirse, bir yerde terör oluşturup, yönetimdekileri kural işletemez duruma getirirler. Yönetimdekiler, kural dışılığı bilerek onaylarlarsa onların yandaşları olurlar. Soru: O zaman o şehir veya bölge, nasıl bir yer olur?.. Cevap: Kırkbirinci ayette anlatıldığı gibi olur. Bakalım: ''Lehüm min cehenneme mihadün ve min fevkıhim ğavaşin''. Yani, onlara bulundukları yer cehennemden bir yer olmuştur; üstlerindeki ğavaştan etkilenirler. Tüm mealler, 'ğavaş' sözcüğüne 'örtü' ya da 'cehennem örtüsü' anlamı vermişler. Bu anlam, mecaz anlam olur; yaşanılan yerin bilinemeyecek kadar kötü olacağını belirtir. Bir zamanlar İstanbul'da evlerdeki kömür yakıtı sebebiyle hava kirliliği oluşmuştu. Evlerin ve fabrikaların bacalarından çıkan dumanlar, gökyüzünü görünmez yapıyordu. Basık yerleşim alanlarında nefes almak zor idi. Doğalgazın yakıt olarak kullanılmasıyla o devir geçti. Lakin anlayışsızlar yüzünden ormanların villa ve köşk için katledilmesi, tarım alanlarının beton yığınına döndürülmesi, hem susuzluğa hem ısı artışına sebep oluyor. Günümüzde İKLİM KRİZİ denen şey, dünya gündemini meşgul ediyor. Medeni ülkelerde, kirizin önüne geçmek için kurallar oluşturuluyor, yeryüzünün ve atmosferin korunmasına yönelik projeler hazırlanıyor. Neticeye ulaşılır mı? Anlayışsızlar ikna edilir, kural çerçevesinde tutulabilirse neticeye ulaşılır. 'Ğavaş' غَواشٍ kelimesi, Arapça'da 'guaj' olarak gösterilmiş. Yani, zamklı yapışkan boya. Ayette zikredilen ĞAVAŞ, yaşanılan yerin üstünü kaplayacak ise, bu, kömür yakıtının oluşturduğu kirlilikten çok daha berbat bir şey olmalıdır. O zaman geldiğinde CEHENNEM ortamı oluşacaktır. İşte o zaman, bozulan şehir veya bölge insanları (başta 'zalim' sfatıyla anılan tekzipçiler) cennet arayışına girerler. Bulacaklardır mutlaka. Bulacaklar da ne yapacaklar? Zıplayıp oraya mı girecekler? Cevabı ikinci bölümde. İbrahim Faik Bayav (04.03.2024 09:30)
Benzer Videolar