Psikolojik Hikayeler 2

Adamın biri artık karısının eskisi kadar iyi Duymadığından korkuyormuş ve karısının işitme cihazına ihtiyaç duyduğunu düşünüyormuş. Ona nasıl yaklaşması gerektiğinden emin değilmiş. Bu durumu konuşmak için aile doktorunu aramış; doktor adamın karısının ne kadar duyduğunu anlayabilmesi için basit bir yöntem önermiş. "Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla" O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Cevap yok Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Gene cevap yok Mutfağa biraz daha yaklaşmış, mesafe 20 adım ve tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Hala cevap yok Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" Gene cevap alamamış Bu sefer karısına iyice yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş "Hayatım bu akşam yemekte ne var?" "Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk" Hikayenin ana fikri: Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki kişilerde olmayabilir. Problemlerin sebebini iyi analiz etmeliyiz.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına çocuk.. "Bu senin yasında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi: "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm." Çocuk evine döndü ve uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatin için oldukça önemli bir seçim!." Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir degisiklik yapmadan gerigtürdü hocasına.. "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi. ." Bir zamanlar yan yana çiftliklerde yaşayan 2 kardeş anlaşmazlığa düşerler. 40 yıl yan yana yaşayan, makineleri paylaşan ve iş bölümü yapan kardeşler için bu ciddi bir durumdur. İşler gittikçe sarpa sardı ve sonunda karşılıklı kötü sözler sarf edilmeye başlandı ve nihayetinde haftalarca sessizlik takip etti. Bir sabah John´un kapısı calindi. Kapıyı açınca John karşısında alet kutusu ile bir marangoz buldu. Marangoz "bir kaç günlük iş arıyorum" dedi. "Belki buralarda birkaç küçük işiniz vardır. Size yardim edebilir miyim?". "Evet" der büyük kardeş, "Senin için bir işim var. Çiftlikteki çayın arkasına bak. Orada komşum var ama aslında o küçük kardeşim.
Geçen hafta aramızda bir çayır vardı ama o buldozerini nehrin yönü değiştiren kapaklarını açtı ve sular bastı… çayırlar artık su doldu. Şimdi aramızda bir su birikintisi bir nehir (çay) var. Bunu bana rağmen yapmış olabilir ama ben daha iyisini yapacağım. Şurada gördüğün kereste yığını var ya, Senden bunlarla 2,5 metrelik bir çit inşa etmeni istiyorum. Böylece onun (kardeşimin) yerini görmek istemiyorum bu sayede onu görmeme gerek kalmayacak. Marangoz, "Sanırım durumu anladım. Bana gerekli aletleri verin, sizi memnun edecek bir is çıkartacağımı sanıyorum." der. Büyük kardeşin araç gereç için kasabaya gitmesi gerekir ve malzemeyi getirdikten sonra günün geri kalan kısmında çiftlikten uzaklaşır. Marangoz bütün gün ölçümler ve diğer işlerle uğraşır ve isini bitirir. John gelince gözleri açılır ve şaşkınlıktan ağzı acık kalır. Ortada çit falan yoktur. Marangozun yaptığı bir köprüdür. Nehrin bir tarafından diğer tarafına bir köprü. Ve nefis bir işçilik yapılmış bir köprü….
O da ne … John, komşu küçük kardeşinin kollarını açarak köprüden geldiğini görür. "Sen ne iyi bir dostsun ki tüm yaptıklarıma rağmen bu köprüyü inşa ettin". İki kardeş köprünün ortasında buluşur ve birbirlerinin elini tutarlar… Arkalarına baktıklarında marangozun alet çantasını alıp gitmeye hazırlandığını görürler. "Hayır, bekle!" Birkaç gün daha kal. Senin için pek çok projem var" der büyük kardeş. "Kalmak isterdim" der marangoz…."ama inşa edecek daha çok köprüler var". İşler gittikçe sarpa sardı ve sonunda karşılıklı kötü sözler sarf edilmeye başlandı ve nihayetinde haftalarca sessizlik takip etti. Bir sabah John´un kapısı calindi. Kapıyı açınca John karşısında alet kutusu ile bir marangoz buldu. Marangoz "bir kaç günlük iş arıyorum" dedi. "Belki buralarda birkaç küçük işiniz vardır. Size yardim edebilir miyim?". "Evet" der büyük kardeş, "Senin için bir işim var. Çiftlikteki çayın arkasına bak. Orada komşum var ama aslında o küçük kardeşim.
Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Birden oğlan takılıp düşüyor ve canı yanıp “AHHHHH” diye bağırıyor. İleride bir dağın tepesinden “AHHHHH” diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor. Merak ediyor ve “SEN KİMSİN?” diye bağırıyor. Aldığı cevap “SEN KİMSİN?” oluyor. Aldığı cevaba kızıp “SEN BİR KORKAKSIN” diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses “SEN BİR KORKAKSIN” diye cevap veriyor. Çocuk babasına dönüp “BABA NE OLUYOR BÖYLE?” diye soruyor. “OĞLUM” diyor adam, “DİNLE VE ÖGREN!” ve dağa dönüp “SANA HAYRANIM” diye bağırıyor. Gelen cevap “SANA HAYRANIM!” oluyor. Baba tekrar bağırıyor, “SEN MUHTEŞEMSİN!” Gelen cevap ; “SEN MUHTEŞEMSİN!” Oğlan çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor. Babası açıklamasını yapıyor, “İnsanlar buna “Yankı” derler, ama aslında bu “Yaşam"dır.” “Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla Şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok Saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.” “Yasam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır.”
Su birikintilerinin göbeğine basa basa yürüyordu. Ayağındaki lastik ayakkabılar değil su, rüzgar bile kolaylıkla geçirebilir haldeydi. Üstündeki hem gömlek hem ceket hem de palto vazifesi görüyor suratının kirinden masum masum bakış pek fark edilemiyor. Ancak çok yakından bakan bir kimse,küçük,siyah ve pırıl pırıl gözleri tanıyabilirdi. Karnının gürültüsü isyan bayrağı halini almıştı. İki gün önce yediği bayat simitleri çoktan dışarı atmıştı. Biraz serttiler ama kokusu çok hoştu onların. Caddenin sağına soluna bakmaya başladı. Bir gün önceki pazarın kalıntıları tüm tazeliği ile duruyordu. Birkaç sokak köpeği, birikintileri eşeleyip nafakalarını arıyordu. Kendisine nazaran daha şanslı idi onlar. Hayvan lar iç güdüleri ona dişlerini gösterip hafif hafif hırladılar. Kar hızını artırmıştı...Tipiyle birlikte iri tanecikler düğmesiz gömleğinin içine süzülüyordu. Birden başından aşağı sıcak ve hafif bie şeyin döküldüğünü fark etti. Kafasını kaldırdı ve önünde bulunduğu apartmanın en üst katından yaşlı bir kadının kül döktüğünü gördü. Ağzının açıp bir şeyler söylemek istedi, sesi çıkmadı. Rahmetli babasının vaktiyle ona verdiği öğütleri hatırladı, başını öne eğdi. İçinden “Hemcinsini seveceksin” diye diye yolun sağ tarafına geçti. Midesindeki buruşukluk son haddine varmıştı. Ne yapmalıydı,nasıl bunun önüne geçmeliydi,çaresizlik içinde başını iki yana doğru birkaç defa salladı. İçinden gelen yanmayla,ellerini karın boşluğuna bastırıp bir-iki dakika çökelmiş vaziyette kaldı. Doğruldu ,şimdi ellerini midesinin üstünde yola koyuldu. İleride bir bakkal dükkanı gördü,kapısının önünde bir yumurta sandığı vardı. Hafifçe o tarafa doğru seğirtti. Üstleri hafif kara örtülmüş yumurtalara baka baka geçti. Dükkanı on metre geçince durdu. Çalmalıydı;evet çalmalıydı. Babasının sözleri geldi yine aklına:”Hırsızlık dünyanın en kötü işidir yavrum”. Durdu,kafasıyla midesinin mücadelesini dinledi. Gene olduğu yere çöktü,birkaç dakika öyle bekledi. Çalacaktı mücadeleyi midesi kazanmıştı. Yolun iki tarafını dikkatle yürümeye başladı. Tek tehlikeli yer bakkalın karşısındaki berber dükkanıydı. Adam sandalyesine oturmuş bir şeyler okuyordu. Yavaşça yumurta sandığına sokulmaya başladı.”-Ah, pişmiş olsaydı keşke” diye mırıldandı. Kapıyı geçip durdu. Karşı ki berbere baktı,sağa baktı eğilip iki yumurta kaptı,koşmaya başladı. İki avuncunda birer yumurta koşarken arkasından ayak sesleri duydu. Yan gözle bakınca beyaz bir önlük fark etti. Daha hızlı koşmak istedi,fakat boş midesinin ***ürdüğü bacakları güçsüzdü. Ayağı bir taşa takıldı ve yüzü koyun yere düştü. O zaman ensesinden ayağa kaldıran berber olduğunu gördü. Adam çocuğu ayağa kaldırması ile iki tokatla yere çaktı. Yüzü biraz önce kırılan yumurtalardan birinin üstüne geldi,beline gelen tekmelere aldırmadan karların yumurtayla sararmış kısmını yalamaya çalıştı. Adam yoruldu ve küfürle nasihat ederek yanından ayrıldı. Çocuk bitkin bir vaziyette doğruldu. Avuç içleri ve burnu kanıyordu. Kanayan burnunu gömleğinin koluna sildi. Bir evvel ki gece kaldığı mescidin bahçesine gitmeye karar verdi. Yokuştan aşağıya doğru kıvrıldı bir eli midesinde diğer eli belinde,burnundan hafifçe kanlar süzülür halde uzun zaman yürüdü. Dizlerinin üstüne yıkıldı, bir süre öyle kaldı. Yürümeye çalıştı. Mescidin bahçesinden içeri kıvrıldı. Duvarın aralığına girdi. Ellerini göğe doğru kaldırıdı,ağlamaya başladı. Dua etmek istedi, bir an öfkelendi yardım istercesine açılan elleri yumruk haline geldi. Üç gün sonra onu, mescidin bahçesine oynamaya gelen küçük çocuklar buldu. Eriyen karlar kirli yüzünü tertemiz yapmıştı. Gömleğinin yakasında yumurta kabukları duruyordu. Morgun arabasına koyarken çok uğraştılar ama yumruk halindeki ellerini açamadılar.
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak?. Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.