Antik Çağda Taçlar

Mitolojinin benzersiz kahramanlarını günümüzün birçok müzesinde resim kabartma ya da heykel olarak görmek mümkün. Kimi zaman kudreti ve gücü ile ürküten kimi zamansa insanı hayretler içersinde bırakacak kadar göz alıcı bir güzellikte olan efsanevi taçların görünümleri de etkileyiciydi. Günümüzde kimi zaman güzelliğin bir nişanı kimi zamansa zarafetin bir simgesi olarak kullanılan taçlar asırlar öncesinde bu özelliklerinin yanı sıra asalet kutsallık güzellik ve saflık göstergesi olarak da kullanılmışlar. Taçların kullanım yerleri arasında ilk örnekler için geçerli olan kutsal amaç ön plandadır. Tanrı ve tanrıçaların başlarında görülen taçlar taşıyanın kutsal sembolü olarak da kabul görüyordu. Örneğin; Şarap ve Tiyatro Tanrısı Dionysos'u gösteren birçok tasvirde tanrı asma dallarından yapılmış ve salkım salkım üzümlerle bezenmiş büyük bir çelenkle karşımıza çıkar. Güneş Tanrısı Helios ise başında güneşin ışınlarını simgeleyen bir taçla betimlenir. Şehirleri surları ve kent kapılarını koruyan Tanrıça Tykhe ise başında şehir surlarını ve kapılarını gösteren bir taçla tasvir edilir. Özellikle Efes ve Antakya kentlerini koruyan Tykhe betimlerinde bu taçlara rastlanır. Ayrıca Artemis ve Aphrodite gibi koruyucu tanrıçaların başlarında da farklı semboller içeren gösterişli taçlar bulunurdu.Kuşkusuz taç kullanımı sadece tanrı ve tanrıçaların tekelinde değildi. Zamanla ölümlüler arasında da yayılan taç kullanımı değişik formlarıyla antik çağ yaşamının her alanında ilgi ile karşılanıyordu. Dinsel kullanımın yanı sıra yarışma evlenme ve cenaze gibi durumlarda da taçlar özel takılar olarak kullanılıyordu. Antik çağda ölümlü-ölümsüz herkes tarafından kullanılmış olan taçların ilk örnekleri doğada bulunan malzemelerden yapılıyordu. Çeşitli bitkilerin dallarından ve yapraklarından yapılan bu ilk örnekler tanrı simgeleri olarak kabul görüyordu. Çelenk formlu taçlarda en çok kullanılan olan bitki kuşkusuz mersin zeytin ve defnedir. Defne dallarından yapılan çelenkler antik çağda özellikle erkekler arasında oldukça yaygın hatta geleneksel bir kullanıma erişmiştir. Defne tacı ya da çelenginden söz açılınca mitoloji ve söylencelere de değinmek gerekiyor. Antik Yunan Mitolojisi’nin en gözde anlatımlarından biri olan defne çelenklerinin erkeklerin başlarını süslemesi Apollon ve Defne aşkına dayanmaktadır. Söylenceye göre tanrıların en yakışıklısı olan Apollon ormanda dolaşırken güzeller güzeli bir kıza rastlamış ve ilk görüşte aşık olmuş. Ancak kız bakire kalmak için yemin etmiş olan ve erkeklerden uzak yaşayan Daphne adında bir güzelmiş. Apollon'un ısrarına karşılık vermeyen Daphne Apollon'u arkasında bırakarak ormanın derinliklerine doğru koşmaya başlamış. Apollon da aşık olduğu kadının peşine takılmış ve amansız bir takip başlamış. Apollon Daphne'ye yaklaşmaya başlayınca güzel kız tanrılara bakire kalmak istediğini söyleyerek yalvarmaya başlamış. Mesafe hızla kapanırken tanrılar kızın yakarışına kulak vermişler ve Daphne'yi tam Apollon yakalamışken hızla bir defne ağacına dönüştürmüşler. Apollon kızın kolunu yakaladığı anda kızın yemyeşil dallarla kaplanan bedeni karşısında donup kalmış. Kız çok kısa bir sürede baştan aşağı dallar ve yapraklardan oluşan pırıl pırıl bir defne ağacına dönüşmüş. Kızın yemini bozulmamış ancak Apollon bu duruma çok üzülmüş ve kızı hiç unutmamak için yemin etmiş. Az önce kollarındaki güzel kızın ağaca dönen bedenine son kez sarılmış ve yapraklarla dolu dallarından birini alıp başına taç olarak takmış. Tanrı Apollon bu defne tacını başından hiç çıkarmamış ve daha sonraları genç erkeklerin defne tacı takmaları bir adet haline gelmiş. Özellikle erkeklerin atletlerin ya da spor yarışmalarında derece alan erkeklerin başına hep defne taçları takılmış. İlerleyen zamanla birlikte altın madenlerinin çalıştırılması altın ve gümüşün işlenmesindeki gelişmelerle özellikle Helenistik Dönem'de taçlar ışıl ışıl altın yapraklara sahip olmuş. Altın dallar ve yaprakların yanı sıra meşe palamutlar çiçekler ve hatta arı ağustos böceği gibi böcekler de çelenk formlu taçların görünümünü zenginleştirici unsurlar olarak kullanılmışlar. Çelenk şeklindeki taçların yapımında önce ince altın bir borunun içi dayanıklı olsun diye reçine ya da balmumu ile dolduruluyor daha sonra da iki ucu birleştiriliyordu. Böylece başa oturan altın bir halka elde ediliyordu. Sonra dövülmüş altın levhalardan kesilerek şekillendirilen yapraklar dallar çiçekler ve hatta böcekler alttaki boruya ekleniyordu. Bu şekilde altının göz kamaştıran ışıltısı antik çağ altın ustalarının becerikli ellerinden çıkan değişik motif ve figürlerle birleşerek sanat eseri sayılan taçlara dönüşüyordu. Geç antik çağda taçlar daha çok rütbe ve statü göstergesi olarak kullanılır olmuştu. Toplum içindeki sosyal konumu belirten takılar arasında yer alan taçlar bu dönemlerde de takı olarak popülerliğini korumuştu. Çelenk formlu taçların yanı sıra diadem adı verilen taçlar da antik çağda rağbet gören baş takıları arasındadır. İnce altın levhalardan yapılan diademlerde form olarak iki tip vardır. Birinci gruptakiler alınlıklı diademlerdir ki bunlar üçgen şekillidirler. İki uçları arkada birleştirildiğinde alından üçgen şeklinde yükselir. İkinci grupta ise şerit ya da bant formlu diademler yer alır. Diademler adak ve sunu eşyası olarak kullanıldıkları gibi çoğunlukla mezar hediyesi olarak kullanılmışlardır. Özellikle Artemis ve Aphrodite'nin genç kız olarak betimlendiği eserlerde bu tanrıçalar diadem kullanırken gösterilmişlerdir. Dünyaca ünlü diademler arasında yer alan ve bugün Moskova'daki Puskin Güzel Sanatlar Müzesi'nde sergilenen saçaklı diademler antik Anadolu takı sanatının baş yapıtları olarak ilgi görmektedirler. Bu iki diadem ünlü Troya antik kentinde bulunmuş ve yasadışı yollarla yurtdışına kaçırılmış. Yüzlerce altın eserle birlikte Moskova'da ortaya çıkan bu diademlerdeki sanat ve estetik asırlar geçmesine karşın hâlâ görenlerin nefesini kesecek nitelikte. Alna dökülen incecik yapraklar zülfü andıran ve omuzlara dökülen zarif saçaklar hep Anadolu'nun bitmez tükenmez zevkinin ve birikiminin bir yansımasıdır. Bu öyle bir yansımadır ki ne aradan geçen yüzyıllar gölgeleyebilmiştir bu zarafeti ne de Anadolu topraklarından uzakta başka müzelerde yaşanan karanlık sürgün yılları... Troya'dan Alacahöyük'ten Efes'ten ve daha birçok Anadolu antik kentinden günümüze ulaşan taçlar yüzyıllar sonra bile hem tasarımcılara ilham veriyorlar hem de görenleri büyüleyici ışıltılarıyla etkiliyorlar aradan yüzyıllar geçmesine karşın...
Benzer Videolar