Alaeddin Keykubad’ı Kim Öldürdü?
Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın üç oğlu vardı; Gıyaseddin Keyhüsrev(14), İzzeddin Kılıç Arslan(9) ve Rükneddin (8). Sultan ortanca oğlu olan İzzeddin Kılıç Arslan’ı veliaht olarak ilan ederek devlet adamları ve komutanların da onay ve bağlılık yeminlerini aldı.
Büyük oğlu dururken Sultan’ın ortanca oğlunu veliaht tayin etmesi pek olağan bir davranış değildi ancak büyük şehzade, babasının gözünde karakter bakımından yetersizdi, üstelik gerekli cesaret ve siyasi kavrayışa da sahip değildi.
1237 yılı Haziran ayında Sultan Keykubad Kayseri’de Meşhed Ovası’nda büyük bir toplantı düzenlenmesini, oğulları, devlet adamları, komutanlar ve ordunun da bu toplantıda hazır bulunmalarını emretti. Sultan burada Türk devlet geleneklerine uygun olarak tüm halkın da katılımıyla büyük bir ziyafet verdi. Ziyafette çok bol, çeşitli ve lezzetli yemekler , müzik, gösteriler, eğlenceler ve yarışmalar vardı. Herkes gün boyunca yiyip eğlendi.
Akşamleyin yine aynı yerde bu kez komşu devletlerden gelen elçiler, komutanlar ve devlet büyükleri onuruna bir ziyafet daha verildi. Yemekler, tatlılar ve ikramlar yine mükemmeldi. Sultan sofranın baş köşesindeki tahtına oturmuş etrafı seyretmekteyken Çaşnigir Nasireddin Ali bir tabak kızarmış tavuk getirerek sultana ikram etti. İkramdan birkaç lokma alan Sultan birden fenalaştı. Herkes büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Görevliler Sultanı hemen atına bindirip saraya götürdüler. Burada birkaç kez kusan Sultan’ın durumu gittikçe kötüleşmeye başladı. Durumunun ciddiyetindeki Sultan vasiyetini bildirmek için Beylerbeyi’nin gelmesini emretti. Bu esnada zehir tüm vücuda dağılmış, vücudu ve dili kasılan Sultan konuşma yeteneğini kaybetmişti. Yine de işaretle de olsa bir şeyler anlatmaya çalıştı ancak söylemek istedikleri anlaşılamadı. Bu şekilde birkaç saat ölümle pençeleşen Sultan Alaeddin Keykubad gece yarısı hayatını kaybetti.
Normalde bu gibi durumlarda, yeni sultan tahta çıkana kadar sultanın ölüm haberi gizli tutulurken bu defa olaylar sürpriz bir şekilde gelişti. Nereden ve nasıl haber aldıkları belli olmayan bazı devlet adamları ve komutanlar sabah erken saatlerde sarayda toplandılar. Daha da ilginci hepsinin bu ölümü bir cinayet olarak değil de doğal bir ölümmüş gibi karşılamalarıydı. Daha da süprizi bu devlet adamlarının Sultan’ın daha önce veliaht ilan ettiği oğlu İzzeddin Kılıç Arslan yerine tahta Gıyaseddin Keyhüsrev’i davet etmeleri oldu. Halbuki hepsi sağlığında Sultan’a bu konu ile ilgili bağlılık yemini etmişlerdi. Büyük bir hızla hazırlıklar tamamlandı ve yeni Sultan tahta oturtuldu.
Bu olanlara muhalif olan birkaç devlet adamı ve komutan da vardı elbet. Hatta duruma ordu ile müdahale etmeyi düşündüler. Ama aralarında anlaşmaya varamadıklarından belki de çıkacak kanlı bir çatışmanın devlete verebileceği zararın korkusundan onlar da huzura vararak yeni Sultan’ın elini öperek bağlılıklarını gösterdiler.
Bu şekilde Sultan Alaeddin Keykubad dönemi kapanmış, Gıyaseddin Keyhüsrev dönemi başlamış oldu. Yeni Sultan’ın iki önemli görevi vardı; babasının defnedilmesi ve babasını zehirleyenlerin bulunarak cezalandırılması.
Merhum Sultan’ın cenazesi başkent Konya’ya götürülerek kalabalık bir katılımla gerçekleşen devlet töreniyle Kümbed-hane adıyla anılan anıt mezara defnedildi. Ölümünden sorumlu kişilerin bulunması konusunda ise hiçbir girişimde bulunulmadı. Sanki ölümü beklenen bir ölümmüş gibi karşılandı ve cinayetin üzerinde hiç durulmadı.
Suikastin sorumlularının, Sultan’ın hükmünden kurtularak Büyük Selçuklu Devleti’nin gücünden yararlanmak isteyen, bu amaçla, aslında tahta çıkma hakkının kendisinde olması gerekirken bu hakkının elinden alındığı düşünülen küskün büyük oğlu kışkırtarak kötü emellerine ulaşan bazı devlet adamları ve komutanlar olduğu düşünülebilir. Ama Keyhüsrev’in cinayete iştirak edip etmediği hiçbir zaman tespit edilememiştir.
Diğer yandan, Sultan Alaeddin Keykubad’ın devletin çıkarları ve geleceği için çok önemli kararlar aldığı ve bunları uygulamaya koyacağı bilgisini alan devletin dışından bazı güçlerin de bu olayda rol aldığı düşünülebilir.
Benim vardığım sonuç iktidar tutkusu ve kişisel menfaatlerin acı bir şekilde vicdani ve ahlaki değerlerin önüne geçmiş olmasıdır. Bu 800 yıl önce de böyleymiş, ne yazık ki bugün de hala böyle.