Atatürk’ün Devletçilik Politikası
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DEVLETÇİ POLİTİKASININ İLKELERİ ATATÜRK VE İKTİSADIN ÖNEMİ
I. Dünya savaşında tam bir yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış, yenilgiye uğramış olarak sahneden çekilirken, Türk halkı Atatürk’ün önderliğinde yeniden bağımsızlığına kavuşmak için ölüm – kalım savaşına başlamıştı.
Dört yıl süren İstiklal savaşının doruk noktasında bulunduğu dönemlerde savaşın bütün sorumluluğunu başkomutan olarak üstlenmiş Atatürk’ün, savaş sonrası bağımsız Yeni Türk Devleti’nde uygulanması gereken iktisat politikasının hazırlanması için bir kurul kurması son derece ilginçtir. Enver Benhan, Ziya Gökalp’in bu kurulun başkanı olduğunu , çalışmalarını Ankara garında bir vagon içinde yürüttüğünü yazar. Bu kurulda iki egemen düşünce oluşur. Biri devletin iktisadi hayata karışmaması anlamına gelen liberalizm, diğeri de iktisadi hayatı bütünüyle devletin oluşturduğu sosyalizmdir. Başkan Ziya Gökalp her iki sistemi karıştırarak karma ekonomik modeli oluşturmuştur.
Atatürk’ünde olurunu alan kurulun kararları daha sonra uygulamaya geçirilmiştir. Atatürk daha Lozan imzalanmadan ve Cumhuriyet ilan edilmeden önce, 17 şubat 1923’te düzenlediği İzmir İktisat Kongresi’nin açılışında ekonominin önemi ile ilgili olarak şunları söylemiştir.”Bir ulusun doğrudan doğruya hayatıyla ilgili olan o ulusun iktisadıdır. Türk tarihi incelenirse yükseliş ve çöküş nedenlerinin iktisat sorunlarından başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır. Hiçbir uygar devlet yoktur ki ordu ve donanmasından önce iktisadını düşünmüş olmasın. Bağımsızlığında temelinde iktisat yatar .Muhakkak tam bağımsızlığını sağlayabilmek için yegâne hakiki kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyettir.”
Atatürk’n Devletçilik Politikası
Atatürk güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomiyle mümkün olabileceğini görmüştür. Milli alanda, ana amaç ülkenin iktisadi kalkınmasını gerçekleştirmektir. Bütün çabalar bu ana amaca yönelik olacaktır. Bu anlayış içinde devletin ekonomik hayata yatırımcı, üretici, dağıtıcı, denetleyici, teşvik ve yardım edici olarak çeşitli şekillerde müdahale etmesi güçlü ve çağdaş bir ekonomiye ulaşmak için zorunludur. Özellikle Türkiye’nin 1920-1930 yılları arasındaki şartları içinde ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesini çok zayıf olan özel teşebbüsten beklemek imkansızdı.
Devletçilik ilkesinin Türkiye şartlarından ve ihtiyaçlarından doğmuş bir politika olduğunu Atatürk şöyle açıklamaktadır: ”Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan bütün hayati işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir. Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olmaz. Mühim ve büyük işleri, ancak milletin toplam servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine dayanarak milli egemenliğin uygulanmasını ve yürütülmesini düzenlemekle görevli olan hükümetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır. Diğer bazı devletlerin ikinci derece görebileceği ve fertlerin teşebbüslerine bırakılmasında beis olmayan işlerden bir çoğu bizim için hayatidir. Ve birinci derecede mühim devlet vazifeleri arasında sayılmalıdır. Türkiye Cumhuriyetini idare edenlerin demokrasi esasından ayrılmamakla beraber devletçilik prensibine uygun yürümeleri bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur.” Gene Atatürk’e göre devletçilik özel teşebbüs hürriyetinin ve piyasa ekonomisinin reddi demek değildir. “
Memlekette her çeşit üretimin artması için, ferdi teşebbüsün devletçe elzem olduğunu önemle belirttikten sonra , beyan etmeliyiz ki, devlet ve fert birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısıdır. Bizim tatbikini uygun gördüğümüz(mutedil) devletçilik prensibi, bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden ve hususi ve ferdi iktisadi teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayanan kollektivizm, kominizm gibi bir sistem değildir. Hulasa, bizim takip ettiğimiz devletçilik , ferdi çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlığa eriştirmek içim milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde – özellikle iktisadi sahada- devleti fiilen ilgili kılmaktır. Bu son cümledeki tanım 1931 kongresinde kabul edilmiş olan Cumhuriyet Halk Fırkası Programında da aynen yer almıştır.
Atatürkçü devletçilik, güçlü ve çağdaş bir devlet meydana getirme temel amacının bir aracı olduğu kadar, halkçılık ilkesinin de zorunlu bir tamamlayıcısıdır. Gerçekten halkçılık ilkesinin gereği olarak sınıf mücadelesinin önlenmesi, sosyal barışın sürdürülmesi, sosyal adalet ve sosyal güvenliğin gerçekleştirilmesi, devletin sosyal ve ekonomik hayattaki rolünü asgariye indiren bir anlayışla mümkün değildir. Bu hedeflerin gerçekleşmesi, devletin ekonomi alanında azından düzenleyici ve denetleyici rol oynamasını gerektirir.
DEVLETÇİ POLİTİKA İLKELERİNİN UYGULANIŞI
İktisadi kalkınma bir bütündür. Karmaşık bir yapıya sahip olan ekonominin, etki-tepki örgüsü içinde sorunlarını bir bütün olarak görmek ve bir bütün olarak ele almak zorunluluğu açıktır. Çeşitli kesimlerden oluşan ekonominin gelişmesini sağlamak için bu kesimlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin iyi bilinmesi gerekir. Gelişmeleri birlikte ele alınması gereken kesimler nelerdir? Sırasıyla inceleyelim.
TARIM KESİMİ
Yeni Türkiye Cumhuriyeti az gelişmişliğin tipik özelliklerine sahipti. Halkın% 80’i tarım kesiminde çalışıyordu. Ekonomi tamamen tarıma dayalıydı ve son derece ilkeldi. Köylerde elektrik, su, yol yoktu ve uzun bir sürede olmayacaktı. Ziraat sabanla yapılıyor ve gübre, ilaç gibi girdi kullanılmıyordu. Tarım kesiminin vergi yükü de ağırdı. İlk bütçenin 1/5’i aşardan geliyordu. 1925’te aşar vergisi kaldırılırken yol ve hayvan vergisi 1950’lere kadar varlığını korudu. 1 Kasım1937’de TBMM’de yaptığı konuşmada Atatürk şöyle diyordu:”Ulusal ekonominin dayanağı tarımdadır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca erişmeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi yerinde bir şekilde amaca ulaştırmak için, ilk önce sağlam araştırmalara dayalı bir tarım politikası oluşturmak ve onun içinde her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek uygulayabileceği bir tarım düzeni kurmak gerekir.”
Bu politikada yer alabilecek önlemleri sıralarken, iş araçlarını arttırmak, ülkeyi iklim,su ve toprak bakımından bölgelere ayırmak ve bu bölgelerin her birinde devletin yönettiği örnek tarım merkezleri kurma yanın da özellikle bir noktayı vurgulamıştır:”İlk önce ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha da önemlisi bir çiftçi ailesini geçindiren toprağın biç bir neden ve suretle, bölünemez bir nitelik taşımasıdır. 8 Kasım 1937 tarihli Celal Bayar hükümetinin programında Atatürk’ün bu uyarı ve düşünceleri ele alınmış ve dört ana grupta toplanmıştır.
-Topraksız çiftçi bırakmamak
-İş araçlarını arttırmak, iyileştirmek
-Tarım bölgelerine göre özel önlemler almak
-Çok iyi ve çok ucuz ürün elde etmek
Genç Türkiye Cumhuriyetinin devletçi politikasının ilkeleri tarım kesiminde bu şekilde uygulama alanı buluyordu.
SANAYİ KESİMİ
Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım kesimine verilen büyük öneme rağmen ülke kalkınmasının sanayileşmeye bağlı olduğu düşüncesi hakimdir. Ülkenin kullanabileceği tek potansiyel kaynak olan tarımı geliştirmek ve böylece iktisadi kalkınmaya ilk hareket olanaklarını sağlamak hedeftir. Devletin sanayi tesisleri kurması, hammaddelerin devlet eliyle kurulan işletmeler olan kamu iktisadi kurumlarınca işlenmesi ve sanayileşmenin planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi için beş yıllık sanayi planları hazırlanması gerçekleştirilmelidir. Devletçilik ilkesinin ekonomik içeriğini planlı sanayileşme ve kamu iktisadi girişimleri oluşturur. Atatürk’ün sanayileşmenin zorunlu olduğunu belirten sözleri gerçekten önemlidir:”Sanayileşmek en büyük ulusal davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için iktisadi elemanları ülkemizde mevcut olan büyük küçük her çeşit sanayiyi kurup işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan en ileri ve gelişmiş Türkiye ülküsüne ulaşabilmek için bir zorunluluktur.”
Gözden kaçmaması gereken önemli bir konuda ekonomide kamu kesimi ile özel kesimin beraberliğinin daima söz konusu olacağıdır. Öte yandan serbest rekabet ile ilgili olarak Atatürk’ün şu sözleri ilginçtir:”Kişiler şirketler , devlet teşkilatlarına oranla zayıftırlar. Serbest rekabetin toplumsal sakıncaları da vardır. Zayıflarla güçlüleri yarışta karşı karşıya bırakmak gibi…ve nihayet kişiler bazı büyük ortak çıkarları tatmine muktedir olamazlar.”
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DEVLETÇİ POLİTİKASININ İLKELERİ
İzmir İktisat Kongresinden sonra İktisat Bakanı Mahmut Esat Liberalizm için şöyle bir değerlendirme yapar:”Yaşlı liberal iktisat sistemi Tanzimat ve Meşrutiyet de dahil olmak üzere Türkiye ulusal ekonomisi için öldürmeci felâket oldu. Aslında bu sistem çıktığı ülkelerde bile bugün varlığını kaybedecek duruma geldi. Bu sistem ile donatılan ulusal ekonomimiz Tanzimat’tan sonra soluk alamayarak yıkıldı. Bu doğaldı. Çünkü Türkiye ekonomisi cılızdı .Liberal iktisat sistemi ile kapitülasyonlarda gözetilirse yabancı ekonomi karşısında eşit olmayan koşullarda yenildi. Ekonomimiz bocaladı, eridi.” Böylece Yeni Türkiye için seçilen ekonomik modelin hangi gerçeklerden esinlendiği anlaşılmaktadır. Bu modelin temel ilkelerini söyle sıralayabiliriz.
– Müdahalecidir: Az gelişmiş bir ülkenin iktisadi kalkınmasını gerçekleştirmesinde devlet müdahalesi bir zorunluluktur. Ancak bu müdahale gelişigüzel yapılmamalıdır. Bu nedenle;
Plancıdır : Bütün çabalar etkin biçimde koordine edilmeli, kısıtlı kaynaklar savurganlığa uğramamalıdır.
Gerçekçidir:Eldeki olanaklar göz önünde tutulmalı, enflasyonun toplumu ve kişiyi aldatan ortamından uzak durulmalıdır.
Seçmecidir:Kamu ve özel kesim kalkınmada birlikte yer almalıdır.
Eşitlikçidir:Ulusal servetin dağılımında daha mükemmel bir adalet ve emek harcayanların daha yüksek refahı ulusal birliğin korunmasında koşul sayılmalıdır.
Bağımsızlıkçıdır:Ulusal bağımsızlığın korunması için ulusal bilinç duyarlı ve uyanık tutulmalıdır.
Açık rejimcidir:Özgürlükçü ve demokratik ilkelerin yer aldığı siyasal içerik alternatifsizdir.
Hümanisttir:İnsan sevgisi esas alınmalı, insan yüceltilmelidir.
İç’te ve dış’ta sömürgeye karşıdır: Sınıf ve ulus emperyalizme karşı çıkılmalı, emeğin üstünlüğü benimsenmelidir. Bununla beraber;
Uluslar arası işbirliği ve dayanışmadan kaçmamalı, dünyaya uyum sağlanmalıdır.
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ YÖK YAYINLARI YAYIN NO:5 ANKARA 1992
Osmanlı devleti kurulduğunda çevresinde ülkelerde kapitülasyon kurumu toplumsal bir gelenek olarak varlığını sürdürüyordu. Bizans Selçuklular Akdeniz kıyısındaki Arap ülkeleriyabancılara çeşitli imtiyazlar tanımışlardı. I. Beyazıt döneminde Venediklilere Anadolu ve Rumelide kara ve deniz yolu ile ticaret yapmaları için izin verdi.
1384’te Venedik diplomatik yollardan osmanlı topraklarından tahıl almak için bu amaçla tercihen Üsküdarda bir iskele kurmak için girişimde bulundu. Ankara savaşını izleyen iç savaş sırasında (1402) Süleyman Çelebi, Venedik, Ceneviz, B,zans ve Rodos Şövalyelerine önemli imtiyazlar verdi. Bu imtiyazlar 1411! Musa Çelebi tarafından da yenilendi. İstanbul’u fetheden Fatif bu imtiyazları küçük kısıtlamalarla aynen kabul etti. 1479 ‘daki anlaşmayla venedik Kefe ve Trabzonda ticaret yapma iznini elde etti.
İmtiyazları genişleten1503 tarihli Türk- Venedik antlaşması I. Selim(1513) ve I. Süleyman(1521) tarafından yenilendi. Osmanlıların Mısır ve Suriyeyi ele geçirmelerinden sonra kapitülasyon daha da önem kazandı. I.Selim Memluk sultanları tarafından Katalonya ve Fransız konsolosluklarına verilken imtiyazları yeniledi.
1570-1572 Türk- Venedik savaşı fransızlara doğu pazarına girme şansı verdi. Fransızlara ilk kapitülasyonlar 1569’ da II. Selim tarafından bir ahitname ile verilmiştir. Bu ahitname daha önce Venediklilere verilen kapitülasyonlar örnek alınarak hazırlanmıştı. 1569 kapitülasyonları ile Fransa adli, ticari, mali imtiyazlar elde ettiği gibi doğu limanlarına ticaret malları götüren bütün gemilerin fransız bayrağı çekme zorunluluğuda getirildi. Bu imtiyazlar sonucu fransanın doğu ticareyti büyük gelişmeler gösterdi.
Fransa 1569’dan başlıyarak 1581, 1597, 1604, 1673, 1740’ ta olmak üzere altı kez kapitülasyon hakkı elde etti. Fransadan başka Venedik Cumhuriyetine 1575, 1595, 1605, 1618, 1624, 1641,1670’de genişletilerek imtiyazlar verildi. Ayrıca 1665’ te Cenevizlilere, 1580,1593,1603,1606,1622,1624, 1641, 1662,1675 tarihlerinde İngiltere’ye kapitülasyon imtiyazları verildi. Hollanda, Toscana,Avusturya,polonya, isveç ve rusya’ya da kapitülasyon imtiyazları verilmiştir. Fakat bu ülkeler içinde en çok imtiyaza sahip ülke olduğu için 1569-1740 arası ndaki döneme”Fransız kapitülasyonları dönemi” denilebilir. Bu dönemde verilen kapitülasyonimtiyazlarının büyük bölümü %87 padişah fermanları ile verilmiş imtiyazlardı. Padişah hayatta kaldığı sürece yürürlükte kalır, istenilgiği an kaldırılabilirdi.
Bu yüzden her padişah değiştiğinde imtiyazlarında değiştirilmesi zorunluluğu vardı. 1740’ta I. Mahmut ile Fransa kralı15. Lui arasında imzalanan kapitülasyon anlaşması, kapitülasyonkavramına yeni bir nitelik kazandırdı. Karşılıklı bağlayıcılığı olan bir ticaret antlaşması biçimini aldı. Bu anlaşmadan sonra Avusturya, Danimarka, Prusya, İspanya, Rusya, Portekiz ile de çeşitli kapitülasyon antlaşmaları yapıldı.1838’de İngiltere ile imzalanan ticaret antlaşması kapitülasyonlar tarihinde bir dönüm noktasını oluşturur.