1924-1938 Dönemi Ekonomi Politikaları

Türkiye Cumhuriyeti dönemi, başlangıçta İttihat ve Terakki ile Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet düşüncesi arasında denge arayışları içindedir. Kuruluş yıllarında pür devletçi bir ekonomik model yerine devlet ağırlıklı bir karma ekonomi modelinin uygulanmasına çalışılmıştır (Yayla,1998:57). Türkiye Cumhuriyetinin temel politikalarının belirlenmesinde etkili olan İzmir İktisat Kongresinden sonra Yurt Sanayiini ve ticaretini geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren, onu koruyan, mülkiyet hakkına saygılı bir ekonomik düzeni yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturmak (Çavdar,1997:203). İktisadi olarak benimsenen ağırlıklı yapı “liberal bir ekonomi” modelidir, ancak ülke birikimleri buna elvermemiş; dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle sonraki yıllar gittikçe ağırlaşan siyasi ve ekonomik devletçilik egemen olmuştur (Eriş, 1999:71). Türkiye’de devlet güdümlü ekonominin, Okyar'( 1996: 40) ın deyimiyle kumanda ekonomisinin yerleşmesine yol açan başlıca olay, 1930’lu yıllarda dünya iktisat buhranının Türk ekonomisi üzerindeki ters etkilerini gidermek ve teknolojide zayıf kalmış özel sektörün, ekonomiyi hareketlendirmek gücünü tamamlamak teşebbüsü oldu. Fakat devletçiliği kurmak ekonomimizin belli başlı sahalarında kapsamlı devlet müdahalelerini gerektirdi. Politik ve ekonomik devletçiliğin iktidarın tekelleşmesine yol açması, toplumda devamlı surette antidemokratik yapılanmayı teşvik etmiş ve demokratikleşmeyi geciktirmiştir. Ekonomik devletçilik aynı zamanda Osmanlıdan miras kalan siyasal kapıkulu geleneğinin sürdürülmesini sağlamış, cemaat toplumundan bireyleşmeye geçmeyi de geciktirmiştir (Akalın, 1996:89-90). Çok kaba hatlarıyla 1938 e gelindiğinde Türkiye’deki imalat sektörünün %50 den fazlasının kamu sektöründe bulunmaktadır (Mardin, 2000:229). Bugün Türkiye’de devletin kayıtlı ekonomi içindeki payının %60 olduğunu söyleyebiliriz (Akalın,1996:86). Refah devleti uygulamalarının Türkiye gibi geri kalmış ülkelerdeki yansıması olan devlet kapitalizmi, devlet eliyle özel sektörün oluşması ve güçlenmesini hedeflerken korumacı politikalarla sırtını devlete dayayan, sürekli devletin kaynaklarıyla beslenerek ayakta duran zayıf bir özel sektörün gelişmesine neden olmuş; diğer yandan yerli ekonomiyi güçlendirmek adına yabancı sermayenin girişini engelleyerek tüketicinin tercih hakkını engellemiştir. Buna karşılık özel sektöre öncülük ederek kalkınmanın lokomotifi olmayı arzu eden devletin ekonomik genişlemesi sürekli artmıştır. Özel sektörün açığını kapatmak amacıyla başlanan ekonomik faaliyetler aynı zamanda devletten iş bekleyen kişiler için kazanç kapısı olmuş; sürekli şişirilen kadrolar verimsizliğe yol açtığı gibi devlet baba anlayışının kökleşmesine de neden olmuştur. Böyle bir anlayış “ben sizin yerinize düşünür ve yaparım” yaklaşımı ve toplum açısından da sırtını devlete dayama, tembellik ve uyuşukluk sonucunu doğurmuş; girişimciliği yok etmiştir.
Benzer Videolar