Goethe, sarsıcı bir kişilik… Ömrü boyunca kim olduğunu, dünyaya neden geldiğini, ilgi alanlarından hangisini seçerse doğru yönde olduğunu anlayacağı peşinde koşturup durmuş. Ölümlerin, aşklarının çerçevesinde bir yaşam çizmiş kendine ve geçen yıllara aldırmadan yaşlandığına hiç inanmamış. Neyse ki yaşamının bir yerinde dünyaya en çok yazmak için geldiğine karar vermiş… İyi ki geçtin bu dünyadan genç adam Goethe!

Çocukluğu

Goethe, 28 Ağustos 1749’da, Frankfurt’ta, Grober Hirschgraben Caddesindeki bugün Goethe Evi olarak anılan evde Catherina Elisabeth (Textor) ve Johann Caspar Goethe çiftinin oğlu olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona “Johann Wolfgang” adını verdi… Annesi Catherina, Frankfurt’un varlıklı ve tanınmış ailelerinden birine mensuptu. Hayat dolu bir kadın olan Catherina, 38 yaşında bir hukukçu olan Johann ile evlendiğine 17’sindeydi. Goethe’den sonra dört çocuk daha getirdi dünyaya. Ancak sadece Goethe ve kızları Cornelia Friederike Christina hayatta kalmıştı. Bu evden üç ölü çocuk çıkmıştı. Erken kayıpların ardından Goethe ve kardeşi Cornelia, birbirlerine düşkün bir yaşam sürdüler… Babası Johann Caspar, bir hukukçuydu, evet; ancak mesleğini yapmıyordu. Bir yandan da ailesine maddi sıkıntı yaşatmadan yaşamlarını sürdürmüştü. Leipzig’de aldığı hukuk eğitiminin üzerine, İmparatorluğa bağlı Belediye Meclisi’nde çalışıyordu. Johann, araştırmacı ruhu, bilgili yanı ve sağlam karakteri ile ailesinin her zaman yanında durmuş, onlara güç vermişti. Goethe, kayıplar bir yana, şanslı bir ailede büyüyordu…

Eğitim hayatı

Goethe, eğitimine 1756’da bir devlet okulunda başladı. Burada 1758’e kadar öğrenimine devam etti. Aydınlanma Çağının düşüncesinde oğlunu yetiştirmek isteyen Johann, oğlunun ilk öğretmeni olmuştu. Ayrıca küçük yaşlardan itibaren Goethe’ye özel öğretmenler tutarak iyi bir eğitim almasını sağladı. Kendi yolundan bulduğu her bir ışık zerreciğini oğlunun yoluna dökmeye hazırdı. Bilimsel konular, sanat, din gibi konularda özel eğitim alan Goethe, ayrıca İngilizce, Fransızca, Yunanca, İtalyanca, Latince gibi dillerini de iyi bir şekilde öğrenecekti. Din anlayışında da babasının ona sunduğu eğitimden gelen bir özgürlük vardı. Goethe, bu özgür yanını hep hissedecek, Doğu’ya duyduğu merakla İslamiyet’i araştıracak, Arapça ve Farsça öğrenerek İranlı Şair Hafız’ı okuyacaktı… Sanat, öğrenim hayatında yadsınamaz bir detay olarak bulunuyordu. Eğitimlerine piyano ve çello çalmak, binicilik, dans gibi sanat dalları da dahil olmuştu. Özellikle görsel sanatlar, yaşamına kararlı bir olay ışığında, kararlı suretlerden girmişti. Yedi Yıl Savaşları! Avusturya-Fransa birliğinin Frankfurt’u işgali üzerine Goethe’lerin evi karargâh binası yapılmıştı. Sanat, böyle bir atmosfere bile uzak kalamazdı. Goethe, güzel sanatlara düşkün komutanlar sayesinde, Fransız sanatıyla tanışmış oldu. Goethe, disiplinli, ciddi duruşunu ve aklını babasından, hayal gücünü, duygusal yanını ve anlatım kabiliyetini de babasından almıştı. Tüm yaşımı, bu enfes kimyanın enfes uyumu üzerine kurulu olacaktı. Dengeli bir bütünlük oluşturan bu yanını çocuk yaşlarından itibaren hissederek keşfetmeye başlayacaktı… Bu dengenin ışığında konu elbet edebiyata gelmedi. Goethe, edebiyatla ilgilenmeye çocuk yaşlarda başlamıştı. Fransız işgali altında olan Frankfurt’a gösterilen Fransız Tiyatro Topluluklarının oynadığı oyunlar, Goethe’nin çocuk kalbini fethetmişti. Fransız Edebiyatı’na işte bu seyirden sonra müthiş bir tutku duydu. Bunun yanında özellikle annesinin gece uykusu için anlattığı hikâyeler kalbine işlemiş, İncil dersleri aldığı Luther-Protestan ailenin neşesi ruhunu sarmıştı. Gönlü edebiyata düşmesin de şimdi, ne yapsındı! Kendi başına okumayı da çözeli epey olmuştu üstelik. Ayrıca babasının ona sunduğu eğitimde Goethe, Bin Bir Gece Masalları, Ezop Masalları, Alman Halk Hikâyeleri gibi pek çok hikâyeyi öğrenmiş, Homeros, Ovidius, Vergillius gibi pek çok yazar ve düşünürü tanımıştı. Babası Johann, oğlunun okumaya olan düşkünlüğünü fark etmiş ve bu sevinçle oğluna teşekkürünü yaklaşık 2000 ciltten oluşan bir kitaplık kurarak etmişti. Goethe, Dr. Faust’un farklı hikâyelerini böylece çocukluğunda öğrenme imkânı bulmuştu…

Gençlik yılları

Goethe, artık gençliğe ilk adımlarını atıyordu. 16-17 yaşlarında, yine babasının yönlendirmesiyle 1765 ilkbaharında, tıpkı babası gibi Leipzig’de hukuk eğitimi almaya başlamıştı. Toplumdaki yerini önemsiyordu. En azından ilk zamanlar. Görgü kurallarına uymaya özen gösteriyor, kılık kıyafetine olabildiğince dikkat edip şık bir uyum yakalamaya çalışıyordu. Neden sonra çok geçmeden derslerini ihmal etmeye başladı. Bir yanı ailesinden uzakta özgürlüğünün tadını çıkarmaya başlamıştı. Bir yanı ise, yine aynı özgürlükten aldığı güçle öğrenmeye açıktı… Eğitimini ihmal ediyordu; ama Hıristiyan Fürchtegott Gellert’in derslerine katılıyordu. Hukuktan ziyade resim, Alman şiiri, sanat tarihi dersleri daha çok ilgisini çekiyordu. Frankfurt’ta çizim dersleri aldığı dönemde Antik sanat anlayışı ile kendisini yakınlaştıran ressam Adam Friedrich ile burada bizzat tanışma fırsatı bulmuştu. Genç kalbi çırpınan Goethe için bu, hayatındaki en önemli karşılaşmalardan biriydi. Bunun üzerine Goethe, aldığı teşvikle bir bakır ustasının yanında, oymacılık ve gravür tekniklerini öğrendi… Daha çok özgürlüğünün aileden uzakta tadını çıkarmak olan kısmında Goethe, akşamları arkadaşlarıyla Auerbach Lokantasında zaman geçiriyordu. İşte burada geçen zamanlar, ileride bir edebiyat klasiği haline gelecek ünlü draması Faust’un ilk bölümü için esinlendiği zamanlardı…

İlk aşk, ilk şiir kitabı

Goethe’nin kalbine ilk aşk, işte bu Leipzig günlerinde düştü. Gerçek aşk mıydı, yoksa özgürlüğüne bir parça olmuş detay mıydı bilinmez, yaşanırken hissettirdiği duygu yadsınamazdı. Katchen Schönkopf bir zanaatkâr kızıydı. İki yıl süren bu aşk macerası, zamanı dolduğunda, iki tarafın da ortak kararı ile yerini ayrılığa bıraktı. Bu ayrılığı yaşamadan önceki zamanlarda Goethe, şiirlerini Rokoko kültürünün etkisinde yazıyordu. Şiirleri, üslubunda daha özgürdü, coşkuluydu. Ne zaman ki bu ayrılık işi çıktı, karışık duyguların kıskacına düştü, işte o zaman Goethe’nin cümleleri de bundan nasibini aldı. Goethe, hissettiği duygularla Rokoko kültürünün o her şeyi hafife alan, özgür, alaycı üslubunu kesiştirememiş, Leipzig’den giderek soğumuştu. Evet, evet, hatta burayı artık sevmiyordu! Goethe, genç kalbiyle aşkın acı yanının kıskacında kıvrandığının farkında değildi… Acı yerini ağrılara bırakmıştı. Haziran 1768’de Goethe, ağır bir şekilde hastalandı. Bu konuda kaynaklar pek çok farklı yaklaşımda bulunsa da, en baskın düşünce, onun hareketli sosyal hayatının etkisiyle bitkin düştüğü yönündeydi. Bu hastalık süreci ve Leipzig’den soğuması üzerine, 1770’te Frankfurt’a, daha huzurlu bir eğitim süreci geçirmek için geri döndü. Annesi ve kız kardeşinin bakımıyla sağlığı da kısa sürede düzeldi. Yıl bitmeden bugüne dek yazdığı şiirlerini bir araya getirdi ve “Arnette” adını verdiği ilk şiir kitabını, imzasız olarak, çıkardı…

Frankfurt’a dönüşü ve sonrası

Şimdi soğuduğu topraklardan, doğup büyüdüğü, daha yakından tanıdığı topraklara dönmüştü. Franfurt’ta hayati tehlike taşıyan hastalığı için annesi ve kız kardeşinin desteği yanına iyileşmesi için uzun bir istirahat dönemi de gerekecekti. Bu dinlenme sürecinde okumayı, düşünmeyi, yazmayı ihmal etmedi. Piyetizm düşüncesinin etkisinde olduğu bu dönemde, Faust eserini yazarken etkisinde kalacağı mistik ve alşimistik pek çok kitap okudu. Ayrıca bir yandan da “Die Mitschuldigen” adını verdiği ilk tiyatro eseri niteliğini taşıyan komedisini yazdı. Artık tamamen iyileştiğinde, Nisan 1770’te, eğitimini tamamlamak üzere Strasbourg’a gitti. Leipzig’de, hukuk dışında ilgilendiği alanlar babası ile arasını açmıştı. Çocukluğundan bu yana babası ile aralarında kurulan iletişimin zedelenmesinden rahatsızlık duyan Goethe, Strasbourg’da hukuk eğitimine daha özen gösterdi ve 1771’de eğitimini başarı ile sonlandıracaktı. 1771 yazında, alanında doktora tezini hazırlıyordu. Üniversitesinden burs alma imkânı bile edinmişti. 6 Ağustos 1771’de, “Cum Applaus” (Yüksek Takdir) belgesine layık görülmüştü. Goethe, “Positiones Juris” başlığı altında sunduğu Latince 56 tez ile bu başarıyı elde etmişti. Her biri ses getiriyordu. Özellikle 55. tezinde konu edindiği bir çocuk katilinin, ölüm cezasına çarptırılıp çarptırılmayacağı bir tartılma konusu doğurmuştu. Goethe, tartışmaya sebep bu konuyu, “Gretchen” trajedisinde yeniden ele alacaktı… Babasının aksine o, bu mesleği icra edecekti. Frankfurt Jüri Mahkemesi’nde, Dava Vekili olarak çalışmaya başladı. Bedenini bilfiil kamçılayan edebiyattan sebep, mesleğine uzun süre devam edemeyecekti belki; ama olsun, yolu hukuktan geçecekti nihayetinde. Mart 1772’de, Hessen eyaletine bağlı Wetzlar’da bulunan Alman Yüksek Mahkemesi’ndeki avukatlık stajının ardından Frankfurt’ta bir büro açtı ve 4 sene burada çalıştı…

Strassburg’da aşktan doğan şiirler

Okuluna özen gösterirken bir yandan kişisel ilgi alanlarına da zaman ayırmıştı aslında. Özellikle edebiyattan hiç kopmamıştı. Örneğin, sanat ve edebiyat kuramcısı, Teolog Johann Gottfried Herder, onu edebiyat alanda yönlendiren özel bir isimdi. Herder, onu Shakespeare, Ossian, Homer gibi yazarların yazım dillerine özen göstermeye teşvik ederken, bir yandan da halk edebiyatına yakın durmasını söylüyordu. Bu teşvik, Goethe’nin edebi tarzında önemli adımlar oluşturdu. Pek çok sentezden yola çıkan Goethe, hamurundaki edebiyat parçalarından lezzetli sunumlar çıkarıyordu. Her şeyden etkilenmeyi, her şey üzerine düşünmeyi öğrenir olmuştu. Başkenti Strassburg olan Alsace bölgesinin doğası üzerine düşünüyordu mesela. Güzelliği öylesine büyüleyici geliyordu ki ona! Üstelik doğanın organik yönünü ilk kez keşfediyordu. Bir yazarın beyni için bu müthiş bir yolculuktu. İşte bu yolculuğun sonu tabiat bilimi üzerine teoriler üretmeye vardı… Doktora tezi döneminde aynı zamanda Gotik sanatla da ilgiliydi. Özellikle Strassburg Katedrali Mimarı Ervin von Steinbach, üslubuyla onu çok etkilemişti. Bazı şeylerin büyüsü Goethe’yi tarifsiz sarıyordu. Etkisini giderek yitiren Gotik mimarı tarzı hakkında düşünmeye ve yazıya dönüştürmeye çalışıyordu. Bu çalışmanın ürünü, Von Deutscher Baukunst (Alman Mimarisi Üzerine) adını verdiği makale oldu… Ve tabii aşk! Aşk, Goethe’nin karşısına bu kez Sesenheim’de yaptığı bir gezinti sırasında çıktı. Bir papaz kızı ola Friederike Brion’a, tanıştıkları an âşık olmuştu. İlişkileri Goethe Strassburg’dan ayrılana dek sürdü. Giderken ilişkisini de bitirecekti. Ama olsun, şiirler kalacaktı geriye. Üstelik Sesenheim Lieder olarak tanınacak Friederike’ye yazdığı o şiirler, Alman Edebiyatı’nda manzumenin ilk örnekleri arasında yer aldı ve “Yeni bir lirik çağın başlangıcı” olarak kabul edildi…

İş hayatında da edebiyat hayatının merkezinde

Goethe, artık bir avukat olarak çalışıyordu; ama hayatının merkezindeki asıl şey edebiyattı. 1771 yılı biterken “Geschichte Gottfriedens von Berlichingen mit der eisernen Hand” adını verdiği eserini kâğıda aktardı. 1773’te de “Götz von Berlichingen” adını verdiği dramasını yayımladı. Oldukça ilgi çeken, Orta Çağ etkisinde coşkunluk akımı ile işlenen bu eser, döneminin en zengin piyeslerinden biri olurken, “Fırtına ve Coşku” döneminin temel yapıtı olarak kabul görmüştü. Mayıs 1772’de, babasının teşvikiyle Wetzlar Alman Yüksek Mahkemesi’nde asistan olarak hukuk alanındaki resmi çalışmalarına başlayan Goethe, 1772-1773 yıllarında bir yandan da kitaplar ve tiyatro oyunlarıyla haşır neşir olmaya başladı. “Frankfurter Gelehrte Anzeige” adlı kültür sanat dergisinde, eleştirel yazılarını yazıyordu… Edebiyat yaşamında öyle yer tutar olmuştu ki, Goethe, tekrar hukuktan uzaklaşmaya başladı. Bir yanı bağlı, bir yanı değişken ruhu canının istediğini, o anda yapmanın peşindeydi. Bir meslektaşı Johann Christian Kestner, Goethe’yi şöyle tanımlamıştı: “Goethe, muhteşem hayal gücüne sahip bir dehadır. Kendi ruhunun yaratıcısıdır. Asil bir düşünce tarzına sahiptir. Goethe, tam bir karakter adamıdır. Tuhaftır ve söylemlerinde kendi canını sıkabilecek farklılıklara sahiptir. Tabii ki çocuklarda, bayanların odasında ve diğer birçok kişiye karşı davranışlarında takdir edilmektedir. Hoşuna giden bir şeyi, bir başkasının hoşlanıp hoşlanmayacağını, onun moda olup olmayacağını veya yaşam tarzının buna müsaade edip etmeyeceğini düşünmeksizin yapmaktadır. Tüm zorluklar ise ondan korkmaktadır.”

Genç Werther’in Acıları

Hukuka karşı ilgisini yeniden yitiren Goethe, şimdi de Antik Çağ yazarlarına bağlanmıştı. Bir yandan da kalbindeki hareketliliğe karşı koymaya çabalıyordu. Çünkü hakkında yukarıdaki sözleri sarf eden arkadaşı Kestner’in nişanlısı Charlotte Buff’a, âşık olmuştu. Tehlikeli sularda yüzdüğünün ayırdındaydı ve suyun ateşine iki ay dayanabildi. Goethe, Wetzlar’ı arkasına dahi bakmadan terk etti… Düşünüyordu Goethe; yaşadığı şu iki ayı, bugüne dek yaşadıklarını, gençliğine sığdırdığı tüm hayat tecrübelerini… Yaşadıkları hem her insanın yaşayacağı doğal şeylerdi, hem de o bir yazardı. Bu tecrübeleri bir esere dönüştürebilirdi. Bazen bir yazarın kalemi, tüm yaşamların ötesindeydi. Goethe, geçen bir buçuk yıllık süreçten sonra “Die Leiden des jungen Werthers” (Genç Werther’in Acıları)’nı yazdı. Bu kitabın anlatımı, gençlerin aynı yolu seçerek intihara yönelmesine sebep olacak kadar gerçekçiydi. Buram buram melankoli kokan bu eser, çok geçmeden Goethe’yi tüm Avrupa’da ünlendirmişti… Goethe, bu romanla birlikte Alman Edebiyatı’nda “Sturm und Drang” (Coşkunluk Akımı) olarak adlandırılan yeni bir çığır açtı. Wetzlar’dan dönüşü ile Weimar’a seyahati arasında geçen yılda Goethe, kuşkusuz en verimli dönemini yaşamıştı. Genç Werther’in Acıları yanında, Prometheus, Mohammeds Gesang, Ganymed gibi destansı ve dini şiirler; Heiden und Wieland, Das Jahrmarktsfest zu Plundersweilern und Götter gibi çokça kısa drama ile Clavigo ve Stella adını verdiği dramalar yazdı. Faust serisine ise, ilk kez bu dönemde başladı. Şu saydığım isimler arasında en özeli Prometheus idi; tabii Faust’tan sonra! Neden mi? Çünkü Goethe bu dönemde, doğanın içindeki coşan duyguları, övgü şiirleriyle anlatıyordu. Kalıplardan uzak, ölçüsü serbest bu manzumeleri, dünya edebiyatına kazandırmıştı. İşte o manzumelerden en önemlisi Promentheus idi. Yani demem o ki, Genç Werther’in Acıları, Goethe’nin yoluna bir ışık yakıvermişti. Acılar insanı nasıl da güçlendiriyor, nasıl da daha ötelere taşıyordu…

Almanya’da, İslamiyet’e olumlu yaklaşan Goethe’nin Weimar günlüğü

Goethe, 1775’te bir banker kızı Lili Schönemann ile tanıştı. Yine bu yıl nişanlandılar. Bir adım atmıştı, ancak yaşam tarzlarının farklılığı gündemlerinden düşmüyordu. Üzerine ailelerinin uyuşmazlığı da tuz biber oldukça, ilişkileri yıprandıkça yıprandı. Goethe, artık yaşamı içerisinde evliliğin kendine bir yer bulamayacağı konusunda neredeyse emindi. Bu konu, bugünlerine endişeden başka bir şey getirmiyordu. Biraz olsun bu boğucu duygudan sıyrılmak için Cristian ve Friedrich Leopold zu Stolberg kardeşlerin aylar sürecek İsviçre seyahati teklifini kabul etmişti. Kendi içinde çok dirense de, bu nişanlılık yolculuğunu tamamlayamadı ve Ekim ayında ayrıldılar… Goethe, şimdi müthiş bir hayal kırıklığı içindeydi. Onu bu kıskaçtan çekip çıkaran 18 yaşındaki Dük, Karl August’un, Weimar’a daveti oldu. Kasım 1775’te Weimar’a yeni umutlarla, yeni başlangıçlar için gitti. Bu dönemde bir süre politika ile ilgilenen Goethe, Dük’ün özel danışmanlığını yürütüyordu. Aristokrasiye karşı direnmiş ve 1776’da, Dük’ün danışman kurulunun üyesi olmuştu. 1777’de yeni kurulan maden ocağı komisyonuna yönetici seçilirken 1779’da yol yapımı komisyonu yöneticisi olacak ve 1782’de de maliye bakanı olarak görev alacaktı. Hırsından doğan bir başarı sergiliyordu. Bir yandan edebi yaşamı da sürmüştü. Goethe, ilk kez 1771’de, Kur’an tefsirleri üzerine çalışmalara başlamıştı. Çalışmalarına burada devam etti. Bu konu çok ilgisini çekiyordu. Özellikle ilgi alanı doğu uygarlığı olan tarihçi Josef von Hammer’in Kur’an’ı çevirisini kaç kez okuduğunu kendisi de bilmiyordu. Goethe, bu yönü ile Almanya’da İslamiyet’e olumlu yaklaşan ilk edebiyatçıydı… Edebiyattan uzaklaşmamıştı; ama yine de Goethe, Weimar’da geçirdiği ilk on yıl içinde dönemim mecmualarına verdiği birkaç şiirini yayımlamadan öteye gitmemişti. Devlet içinde edindiği işler o kadar zamanını alıyordu ki, edebiyata çok az zamanı kalıyordu. Bunun yanında özellikle tiyatro oyunları ve saray festivallerinin düzenlenmesi için çalışıyordu. Bu dönem en ilgi çekici olarak “Iphigenie auf Tauris” trajedisinin ilk düzyazı özetini, “Wilhelm Meister” adını verdiği romanı ve “Egmont Tasso” oyunlarını yazdı. Bu süreçte edebiyat çevresi, Goethe’nin bakanlar kurulu üzerine etkisini farklı yorumluyordu. Bazı yazarlar onun, köylülerden yana çaba gösteren yenilikçi bir politikacı olduğunu düşünürken, bazıları da ülke çocuklarının Prusya ordusuna katılmasından ve konuşma özgürlüğünün sınırlandırılması için alınan önlemleri desteklediğini düşünüyordu. Bir başka eleştiride ise, Goethe, çaresizlikten evlilik dışı bebeğini öldürmüş bir annenin idam cezasına oylamada bulunurken, daha sonra düşüncesinin aksine Gretchen trajedisinde merhamet yanlısı davranışı üzerineydi. Kaynaklar bu bilgi hakkında daha fazla detay sunmuyordu. Bu eleştiriler yapıladursun, Goethe’nin devlete verdiği hizmetteki resmi başarıları, resmi ödüllere de alan açıyordu. 1882’de, önemli bir aristokratik unvana layık görüldü. 1779’da İsviçre’ye ve birçok kez de Harz bölgesine olmak üzere seyahatlere de çıktı. 1785’te de, Karlsbad’daki bir tedaviyle yıllık kaplıca seyahatlerine başlamıştı. 1780’de, sistematik olarak bilimsel doğa sorunlarını da araştırmaya başlamıştı. Doğanın çağrısına kulak veriyordu. Burada edindiği bilgileri, çiftçilik, madencilik, kömür işletmeciliği gibi alanlardaki sorunların çözümü için kullandı. Önceleri başlıca ilgi alanları Bitki Bilimi, Kemik Bilimi, Madencilik, Yer Bilimi idi. 1784’te Goethe, insandaki çene kemiğini keşfetmeyi başarmıştı. Yine aynı yıl, Granit hakkındaki makalesini yazdığında, “Roman der Erde” (Yeryüzünün Romanı) adını verdiği eserinin de taslağını hazırlamıştı…

Werimar’da aşk

Bir aşktan kaçıp sığındığı Weimar’da, Goethe bir başka aşk ile karşılaştı. Sen yer değiştirdiğinde aklın ve kalbin de bedenine dahil oluyordu nihayetinde. Burada geçen on yıl içinde Goethe, en etkileyici ilişkisini bir saray nedimesi olan Charlotte von Stein ile yaşadı. Yedi çocuğundan dördünü kaybeden Charlotte, Goethe’den de yedi yaş büyüktü ve anlaşmalı bir evliliği vardı. Goethe ve Charlotte arasında etkileyici bir ilişki başlamıştı. Charlotte, bir eğitimci olarak Goethe’ye ilk iş saray görgü kurallarını öğretmiş ve zamanla iç huzursuzluğu konusunda da hep yanında tesellisi olmuştu. Bir yandan çalışmalarında disiplinini koruması konusunda da hep yanındaydı. Bu bir aşk mıydı, yoksa masum bir dostluğun getirdiği yakın bir birliktelik mi bilinmez; ama pek çok yazara Goethe ile Charlotte arasında cinselliğe dayalı bir ilişki yaşanmamıştı. Çünkü Charlotte bu konuda Goethe’yi hep reddetmişti. Özellerinde ne yaşadılar bilinmez; ama bu ilişki edebiyat tarihine yaklaşık 2000 mektup ve not kâğıdı bıraktı. Ve pek tabii Goethe’den şiirler… Goethenin, Charlotte’ye yazdığı şiirler, döneminin en bilindik şiirleri olacaktı… Her başlangıcın bir sonu vardı elbet. Bu ilişki, Goethe’nin 1786’da, Roma’ya yaptığı gizli seyahat ile bitti…

İtalya yolculuğu

1786’da, Gothe, bir kimlik bunalımındaydı. Charlotte ile ilişkisi içinde giderek bir boşluğa dönüşüyor ve bu durum, mesleğini de etkiliyor, saray yaşantısının zorlukları daha da rahatsız ediyordu. Bir kısır döngüye dönüşen yaşamını İtalya’ya bir seyahat yaparak düzene koymayı düşünüyordu. Eylül 1786’da, yalnızca hizmetçisi Philipp Seidel’e haber verdi ve yola çıktı. Bir yandan da Werther sayesinde dünya çapında tanınan bir yazardı; seyahati sırasında adını kullanmadı. Verona, Vicenza, Venedik derken, nihayet Roma’ya vardığında aylardan Kasım’dı. Napoli ve Sicilya ayağının da bulunduğu bu gezide Goethe, Kasım bitimine dek Roma’da kaldı. Burada Roma ve Grek sanatının inceliklerini de ayrıntılı olarak araştırıyordu. Bu seyahat ona iyi gelmişti. Yine doğa bilimi üzerine durduğu düşüncelerinin ve araştırmalarının yanı sıra, insan anatomisi üzerine de bilimsel teoriler ortaya atacak kadar kapsamlı çalışmalar yaptı. Tabii bu seyahat uzun bir süreç almıştı. Bu durumda Goethe, istifasını da çoktan vermişti. Siena, Floransa, Parma, Milano derken Goethe, Wierma’ya 2 yıl sonra döndü… İtalya’da, sanat Goethe’nin kanında akmıştı adeta. Rönesans ve Antik dönemin yapı ve sanat çalışmalarını öğrenmişti. Öylesine hayranlıkla araştırıyor, öylesine büyüleniyordu ki! Özellikle Raffael ve dönemin mimarı Andrea Pallıdio’ya hayran olmuştu. Çizim çalışmalarını büyük bir hevesle sürdürdü. Goethe, yaklaşık 850 çizimini işte bu İtalya döneminde vermişti. Onun yaşamında sanat ve edebiyat iç içe geçmişti. Bu seyahate kendini bulmak için çıkmıştı ve öyle de oldu. Goethe, yazdığı onca başarılı işe rağmen, bir sanatçı olmanın yanında bir yazar olarak doğduğunu tam olarak, ilk kez burada fark etmişti. Bu farkındalıkla edebiyat çalışmalarına daha özenli olmaya başladı. Diğer çalışmaları da süredursun, düzyazı şeklinde bulunan kafiye tarzındaki “Iphigenie” çalışmasına yöneldi. 12 yıl önce başlayıp bir türlü sonunu getiremediği “Egmont” eserini, burada tamamladı… İtalya, Goethe’nin de kendisinde tanımladığı gibi, gerçekten “yeniden doğuş”tu. Kim olduğunu, ne yapmak istediğini, kendisine neyin uygun olduğunu, hepsini, tüm sorularının cevabını bulmuştu. Ayrıca bu dönemde Goethe, Fırtına ve Coşku döneminden sıyrılarak Klasisizme geçiş yaptı. Bu sadece Goethe’nin adımı değildi. Alman Edebiyatı da böylece Klasisizme geçiş yapmış oldu…

Goethe evlendi

Goethe, İtalya seyahati dönüşünden birkaç hafta sonra 23 yaşındaki Christiane Vulpius ile aşk yaşamaya başladı. Üstelik o kadar basit de değildi. Christiane’yi hayat arkadaşı olarak görüyordu. Aralık 1789’da, “August” adını verdikleri bir oğulları oldu. Ondan sonra doğan dört çocuğu ise, dünyaya gözlerini açtıktan sadece birkaç saat sonra hayata veda edecekti. Bu acıyı çocukluğundan tanıyordu Goethe ve artık ardına sığınacağı, içine kapanacağı bir çocukluğu yoktu. Üstelik bunun yanında Weimar toplumu, az eğitimli, basit ilişkiler yaşamış olarak nitelediği Christiane’yi bir türlü kabul edememişlerdi. Uygunsuz olarak tanımladıkları bu ilişkiye bir de gayrimeşru yanından baktıklarında onu, eğlence düşkünü ve basit biri olarak görüyorlardı. Goethe’nin onda gördüğü doğallığı, neşeyi, sevgiyi görememişti toplum… Ne olursa olsun, Goethe hayat arkadaşım diye sahiplendiği, çocuğunun annesi Christiane’yi hep sevmeyi seçti. 1806’da nikahlandılar. Böylece ilişkileri meşrulaşmış, toplum da Christiane’yi kabullenebilmişti. Goethe, 1816’da Christiane ölene dek de onunla ilişkisine sahip çıktı. Ancak bu savunulası sağlam evliliğin bile pürüzü vardı. Goethe, kendi içinde her şeyin yolunda gittiği evliliğinde, Jena’daki kitap satıcısı Fromman’ın bakıcısının 18’indeki kızı Minna Herzlieb’e ilgi duymaktan geri alamamıştı kendini. Yıl 1807 idi. Nikahlarının üzerinden sadece bir yıl geçmişti… İşte bu yaşamında evliliği nereye koyacağını bir türlü kestiremeyen Goethe’nin evlenişinin hikâyesiydi…

İtalya dönüşü resmi görevleri

2 yıllık ortadan kayboluş elbette işini de yitirmek demek olmuştu. Ancak geri döndüğünde Dük, onu pek çok resmi görev konusunda affetti. Goethe, kuruldaki başkanlığına geri dönmüş ve siyasi etkisini de devam ettirebilmişti. Bunun yanında çizim okullarının yöneticiliği ve resmi yapı faaliyetlerinin denetlenmesi gibi kültürel ve bilimsel alanda pek çok görev de aldı. 1791’den, 1817’ye kadar yürüttüğü Weimar Saray Tiyatrosu yöneticiliği de bunlardan biriydi. Ayrıca Dük’alığa ait Jena Üniversitesi’nde de görev aldı. 1807’de, Jena Üniversitesi’nin denetlenmesi görevi verildiğinde Goethe, ilk olarak Doğa Bilimleri Fakültesi’nin genişletilmesi için çabaladı. Friedrich Schiller, George Hegel, Johann Gottlieb Fichte, Friedrich Schelling gibi pek çok özel isim ve daha fazlasının daveti, hep Goethe sayesinde olmuştu. Yıl 1789’u gösterdiğinde, ki Goethe bu duruma olumsuz gözle bakıyordu, Fransız Devrimi tüm Avrupa’yı derinden sarstı. Daha sonra şu sözleri dile getirecekti: “Herhangi büyük bir devrimin, asla ulusun değil, tamamen hükümetin hatası olduğuna inandım. Hükümetler, devamlı olarak adalete uygun olup, geliştikleri sürece, devrimler tamamen gereksiz hale gelir; öyle ki onları zamana uygun yeniliklerle karşılarlar ve alt kesimden zorunluluklar diretilinceye kadar, çok uzun süre mücadelede bulunmazlar.” 1789’da, devrimci Fransa’ya karşı ilk ittifak savaşı için yola çıkan Dük’e, isteği üzerine Goethe de eşlik etti. 3 ay geçirdiği bu görevi sırasında savaşın yakan soğuk yüzünü, sefaleti gördü. Fransa’nın zaferi ile sonuçlanan bu anı, iliklerine kadar yaşamıştı. Bu kadarla da bitmedi, bir üç ayı daha, 1793 yazında Mainz şehrinin kuşatılması için geçirdi. Dük’alık 1796’da da, Basel’in, Prusya-Fransa Barış Antlaşması’na katıldı. Bu 10 yıllık barış dönemi, Weimar Klasik’in en parlak devrinin yaşanmasını sağlamıştı…

İtalya dönüşü edebiyat

İtalya seyahati öncesi ve sonrası diye ayrılabilirdi Goethe’nin yaşamı. Doğa bilimleri ile ilgilenen Goethe, 1790’da, “Versuch die Metamorphose der Pflanzen zu erklaren” (Bitkilerin Morfolojik Yapısının Açıklanması) adını verdiği denemesini yayımladı. Ayrıca yaşamının sonuna dek ilgisini yitirmeyeceği Renk Teorisi üzerine de araştırmalarına başlamıştı… Yazar olmak için dünyaya geldiğini keşfeden Goethe, bir yandan da edebi eser vermede durgun bir döneme girmişti. Özel yaşamı, eski arkadaş çevresinin uzaklaşması, devrimin getirdiği sarsıntı ve en önemlisi yeni edindiği sanat anlayışına ters düşen eserlerinin toplumda kazandığı anlık başarı, buna en temel sebeplerdi. Goethe, 1790’larda verdiği eserlerine, dönüşünden sonra kısa bir zamanda oluşturduğu, Christiane’ye tutkusunu konu edindiği erotik şiirlerin bir derlemesi olan “Römischen Elegien” (Roma Ağıtları)’nı dahil etmişti. İkinci İtalya seyahati, Avrupa’nın genel durumu üzerine yazdığı mizahi şiirleri derlediği “Venedig Epigramları”nı ortaya çıkardı… 1792-1793 yıllarında altılı hece ölçüsü ile dizeler şeklinde yazdığı “Reineke Fuchs” adlı destanını düzenlemişti. Devrimin soğuk yüzü, hele hele bu kadar yakından şahit olmuşken yazmadan geçilecek bir konu değildi. 1791’de, “Der Gros-Cophta” (Büyük Çopta), 1793’te “Der Bürgergeneral” (Yurttaş General) ve parça şeklindeki “Die Aufgeregten” gibi devrimin etkisi altında, yergici, devrime karşı birçok komedya yazdı.

Friedrich Schiller ile iş birliği

1794 yazında, Jena yakınlarında yaşayan tarih profesörü Friedrich Schiller, “Horen” adlı bir kültür sanat dergisi çıkarıyordu. Aslında Goethe ile birkaç kez bir araya gelmekten öte bir ilişkileri olmamıştı; ama yine de ona iş birliği teklifinde bulundu. Goethe, teklifi kabul etti. Özellikle devrim anlatışını reddetme konusunda hemfikirdiler ve en yüksek sanat tarzı olarak Antik döneme yönelimi benimsemişlerdi. Aralarında anlaşmalarından kaynaklı, yoğun bir iş birliği doğdu. Goethe, kendisinden 10 yaş küçük biri ile kurduğu bu iş birliğini şöyle yorumluyordu: “Onlar, bana ikinci bir gençliği aşıladılar ve beni tekrar yazarlığa yükselttiler.” Her iki yazarın da birbirinden faydalandığı bir ortamdı. Schiller, Goethe’nin “Wilhelm Meisters Lehrjahre” (Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları) romanına eleştirel bir yaklaşımda eşlik ediyor, bir yandan da “Faust” adlı eserinin devamlılığı konusunda da onu yüreklendiriyordu. Goethe de, Schiller’e “Wallenstein” adlı eserinde etkili oldu. Ortak projeleri de hep önemliydi. Goethe, bu dönemde bilinen eserlerinin yanı sıra “Unterhaltung deutscher Ausgewanderten” (Alman Göçmenlerin Sohbetleri) adını verdiği eserini yayımlamış, altılı hece ölçüsüyle yazdığı bir epik şiiri “Hermann und Dorothea”da ise dönemin güncel olaylarını yansıtmıştı. Bu eseriyle, Klasik okur başarısını kazanmıştı. Ayrıca “Der Schatzgraber” (Hazine Avcısı) ve “Der Zauberlehrling” (Büyücü Çığlığı) gibi en tanınmış baladlarını da yine bu dönemde yazmıştı. Goethe’nin damga vurduğu Weimar Klasik Dönemi, 1805’te Schiller’in hayata vedasıyla sona erdi…

Schiller’den sonra Goethe ve Faust

Schiller’in ölümü, Goethe’nin hayatında büyük bir kayıptı. Bir yandan böbrek sancısı gibi farklı hastalıklarla da sarsılıyor, bir yandan yol arkadaşı gördüğü yazar arkadaşının kaybının acısını yaşıyordu. Goethe’nin yaşamında iz bırakan olaylardandı. Bir diğeri ise, Nopoleon Bonaparte ile baş gösteren savaş oldu. “Karanlık yanım” diye tanımladığı kötümserliğe olan eğilimi böyle anlarda bir organıymışçasına onunla birlikte yaşıyordu. Zira bu savaş günleri için Goethe zihninde, Dük ile birlikte kah dilenerek, kah iltica edecek bir yer arayarak Almanya’yı karış karış dolaştıklarını canlandırıyordu… Şunu açıkça belirtmek gerekir ki, Goethe, belki de en çok evrensel bir deha olmayı isterdi. Ama kendi içinde her kafadan ses çıkan milyonlarca canavarı bir türlü susturmayı başaramıyordu. Yine de 1806’da şöyle bir silkindi ve eserlerinin yeni bir derlemesini hazırladı. Böylece nihayet “Faust”un ilk cildini de tamamlamayı başarmıştı. Şimdi en büyük destekçisi Schiller, yattığı yerde rahat uyusundu… 1809’da otobiyografisini yazmaya başladı. “Aus meinem Leben Dichtung und Wahrheit” (Hayatımdan Edebiyat ve Hakikat) adlı bu biyografisinde, Wimar’da ortaya çıkan Bettina Brentano, Goethe’nin annesinden gençliği konusunda edindiği bilgilerle gidişata destek olacaktı. Ancak bir yıl sonra hayatına girdiği andan sonra bir daha çıkmayan Renk Teorisi hakkındaki araştırmaları nihayet “Farbenlehre” (Renk Teorisi) adını verdiği bir esere dönüşmüştü. Benliğinde bir başka Goethe vardı sanki; halkın Fransız Devrimi’ne karşı başkaldırdığı sırada o, zihnen kendini Yakın Doğu’ya çevirmişti. Arapça ve Farsçayı öğrenmeye başladı. Kur’an’ı hatmetmişti. İranlı Şair Hafis’i okumuştu. Son romanı “Die Wahlverwandschaften” (Gönül Yakınlıkları) da döneminin iç deneyimlerinin izlerini taşıyacaktı… Bir de Carl Friedrich Zelter vardı. Goethe’nin kulağına, Beethoven’den daha hoş geliyordu sesi. 1799’da başlayan otuz yılı aşkın sürecek mektuplaşmaları (1832), Goethe’ye sadece müzik konusunda bilgi değil, dostluk anlamında çok şey sunacaktı… Goethe, 1814’te Rhein ve Main çevresinde bir seyahatteydi. Goethe, banker Johann von Willemer ve ortağı Marianne Jung’a evlenmelerini tavsiye etmiş; onlar da birkaç haftaya kalmadan, üstelik huzurunda evlenmişlerdi. Şimdi Frankfurt’ta, Goethe 65. yaşını yaşarken karşılaşmışlardı. Goethe, yaş alışını hiç hissetmemişti ki, ne yaşına aldırmıştı, ne yılların geçişine… Şimdi Mariana’ya âşık olması da bundan sebep pek doğaldı. Marianna, bir anda edebiyatına ortak bir peri oluvermişti. Bir sonraki yıl tekrar ziyaretlerine geldi. Ancak bir daha gelmeyecekti. Bu, Goethe’nin memleketini son görüşüydü. Bir sonraki davete icabet etmedi; ancak “West-östlicher Divan” (Doğu Batı Divanı) eserini bitirene kadar “Gül ve Bülbül”, “Aşk ve Şarap” şiirlerini yazmıştı. Goethe şu dünyadan göç ettiğinde Marianna, bu aşk şiirlerinin kendisine yazıldığını söyleyecekti…

Eşi Christiane’in ardından Goethe ve eserleri

Christane, uzun süren hastalık sürecinin ardından 1716’da, hayata gözlerini kapamıştı. Yaşamına iz bırakan kayıplardan biriydi. Goethe, 1817’de, Saray Tiyatrosu yöneticiliğinden istifa etti. Sağlığı ile de gelini ilgileniyordu. Napolyon savaşlarının karşısında duyduğu karamsarlığın aksine Dük’akalık da zarar görmemişti. Goethe, kendi yaşamına dönmüş, sadece eserleri ve çalışmaları ile ilgileniyordu. Yaş almayı kabullenmiyor olsa da, yıllar geçiyordu. 1817’de, “Geschichte meines botanischen Studiums” (Bitki Bilimi Öğreniminin Tarihçesi) adını verdiği eserini yayımladı. Ardından 1824’e kadar, Morfoloji, Jeoloji ve Mineroloji alanındaki çalışmaları ile devam etti. Tuttuğu günlükler ve hep sakladığı aldığı notlar, “Italienische Reise” (İtalya Seyahati) adını verdiği kitabı yazdırmıştı. Belki de hayatının en önemli dönemiydi. 1821’de küçük çaplı romanlarının bir derlemesi olan “Wilhelm Meisters Wanderjahre” (Wilhelm Meister’in Seyahat Yılları)’nı yayımladı. 1823’te kalp zarı iltihabı hastalığına tutuldu. İstirahate çekildiği dönemde, kendini manevi anlamda hiç olmadığı kadar genç hissediyordu. Genç ihtiyar Goethe, Karlsbad’da annesiyle birlikte tanıştığı 19’undaki Ulrike von Levetzow’a evlenme teklif etmişti. Kabul görülmediğinde yaşadığı hüsranı, “Marienbader Elegie” (Marienbad Ağıdı) adını verdiği eserde kaleme aldı. Bu olay, yaşamında son hayal kırıklığı olarak kalsın istiyordu. İçine kapandı, dinginliğe büründü. Bu sakin ortamda “Faust”un ikinci bölümü tekrar değerlendirecekti. Hemen hemen hiç yazmadı, yazdırmıştı. Sadakatli genç şair Johann Peter Eckermann’a, bilgisini, yaşam tarzını, geçmişini emanet etmişti.

Oğlunu kaybetti

Goethe, 1828’de, yaşamına bir çizik daha attığı bir ölüm yaşadı. Bu kez oğlu Karl August’u kaybetmişti. Oğlunun ölümüne Roma’dayken katlanmak zorundaydı. Galiba bu kayıpların en fenasıydı… Aynı yıl, “Faust”un ikinci bölümünü de tamamladı. Faust, onun yaşamında en önemli eseriydi. Biçimsel olarak bir sahne eseriydi. Birçok şiiri gibi büyük anlamlar taşıyordu. Doğa bilimi, bitkiler, bitkilerin nasıl yetiştiği konusu, renk teorisi yaşamını hiç bırakmadı. Ölmeden birkaç hafta önce Ferdinand Wackenroder’e şunları yazmıştı: “Çok çeşitli yollarla, bir veya aynı kurala bağlı kalarak, hangi yolla bitkilerin başkalaşım (metamorfoz) geçireceği, yaşamın organik-kimyasal değişmesine yaklaşmanın ne derece mümkün olacağı konusu ile büyük ölçüde ilgileniyorum. Yalnız, bitkilerin ışığa karşı tepki göstermeleri gibi, bitki kökleri tarafından emilen nemin onun tarafından değiştirilmesi bana açık görünüyor, bundan ötürü, iskotoları şişiren rüzgârın türünü daha yakından net bir şekilde görmede, sizin masumca karşı çıktığınız istek ortaya çıktı.”

Goethe öldü

Goethe, 22 Mart 1832’de, kaynaklarda belirtildiği üzere kalp krizinden hayata gözlerini kapadı. Ölüm anında yanında olmayan doktoru Carl Vogel’e iletildiği üzere Goethe’nin son sözü, “Daha fazla ışık!” olmuştu. 26 Mart’ta, Weimar Mezarlığı’na defnedildi… Ruhunu arayan bedeni, pek çok şeyi aynı anda yapmak isteyen zihni ve yüzyıllar öncesinden bıraktığı eserleri ile bir Goethe geçti bu dünyadan…