Bakalım siz okuduğunuzda neler göreceksiniz…

Çocukluğu

Ekrem, 4 Haziran 1970’te, Trabzon’da, Akçaabat’a bağlı Cevizli köyünde, Hava ve Hasan İmamoğlu çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Çiftin, Ekrem 9 yaşındayken bir de kız çocukları oldu.

İmamoğlu Ailesi’nin kökleri, Orta Asya’ya kadar dayanıyordu. Onların rivayetine göre, Semerkand olarak adlandırılan Orta Asya’dan,  Bağdat’a göçmüşler; burada uzun yıllar yaşadıktan sonra da, Adana ve Kayseri üzerinden Karadeniz’e gelmişlerdi. Öyle ki, aile kökleri Kahramanmaraş, Van’a kadar uzanmıştı. Yaklaşık 200 yıl önce Akçaabat’a, Sürmene Köprübaşı’ndan gelip yerleşmişlerdi.

Yıldızlı köyüne taşındıklarında Ekrem, 4 yaşındaydı. 60 metrekarelik, alt katı ahır olan bir evde geçti çocukluğu. 1987’de de, İstanbul’a taşınacaklardı…

Babası Hasan Bey, hayvanlarıyla ilgilenip, tarım işleri ile uğraşırken, bir yandan da inşaat malzemesi toptancılığı yapıyordu. Tarlalarına hep tütün ekerlerdi. En gözde ürünleriydi. Çünkü iyi para kazandırıyordu. Daha sonra inşaat ve taahhüt işleri yapan bir aile şirketleri de olacaktı.

Annesi ise, evi ve çocukları konusunda çok çalışkan bir kadındı. Babasının ticaretle uğraşmasından sebep, iki kardeş daha çok annesiyle zaman geçiriyordu. Ekrem İmamoğlu, yıllar sonra verdiği bir röportajda annesini, özellikle çalışkanlığı ile gurur duyarak şöyle anlatacaktı:

“Annem çok çalışkan bir kadındı. Babam ticaretle uğraşırken, annem köyümüzde üretim yapardı ve satardı. Evimize sebze almazdık. Her şey bahçede yetişirdi. 6-7 ineğimiz vardı. Evin ihtiyacını gördüğü gibi, tereyağı, süt, peynir satardı.”

Çocukluğunun unutulmaz mutlu anları

Doğduğu, çocuk olup koştuğu, genç olup gönlüne sevdaların, siyasetin düştüğü Trabzon, onun için çok değerliydi. Bir röportajda, “Çocukluğumun Trabzon’u, Ayasofya Kilisesi’nden başlardı.” diye başlamıştı anlatmaya. Her sabah o yönden çocuk adımlarıyla yürür gelirdi. Burayı onun için böylesine değerli kılan Moloz’da inip, bütün esnafla selamlaşarak kereste dükkânına giden dedesiydi kuşkusuz.

Dedesi okuryazar değildi; ama tüm ailesine iyi bir eğitim almalarını öğütlerdi. Okumanın yazmanın kıymetini, askerde eşinden gelen mektubu kendisine bir başkası okuduğunda ve ona cevabı ancak bir başkası yazarak verdiğinde anlamıştı. İçine sızı olan bu olaydan sonra da, hep ama hep okumanın yazmanın kıymetini anlattı torunlarına Mevlüt Dede.

Mevlüt Dede’sinin hikâyesini Ekrem, Cumhuriyet’e benzetiyordu; en zorlu anda hayata tutunduğu ve sonra yeniden kendisine bir hayat inşa ettiği için. Ve onu, yıllar sonra yazacaktı…

Mevlüt Dede, 1895’te, Ekrem gibi Cevizli köyünde doğmuştu. Sadece o zaman Pulathane’ye (Akçaabat) bağlı Caneni (Cevizli) köyü diye geçiyordu ismi. Doğar doğmaz “Bu yaşamaz!” deyip bir kenarda eceline terk etmişlerdi Mevlüt Bebek’i. Ama sonra o ölüme terk edilen bebek, 1977’ye kadar savaşlara, hastalıklara rağmen, ailesinin tek erkeği olarak yaşadı…

Ekrem, 6 yaşına kadar görebildi dedesini. Onun dizinin dibinden hiç ayrılmadan geçti ilk çocukluğu. 1950’lerde, bir hayli zor koşullarda hacca giden Mevlüt Dede, geride Cumhuriyet sevgisini, Atatürk ve silah arkadaşlarına olan bağlılığını miras bıraktı. Ekrem, yıllar sonra çocukluğunu anımsayıp dedesi ile ilgili yazdığı yazısında şu ifadelere yer verecekti:

İstiklal Gazisi Mevlüt İmamoğlu’nun torunu Hasan’ın ilk çocuğu Ekrem İmamoğlu olarak onun vicdanı, ahlâkı, dünyaya bakışı, azmi ve kibirden uzak tavırları ile büyüdüm. Ne mutlu bana ki Hacı Mevlüt İmamoğlu’nun bizzat hissettiği Atatürk ve Cumhuriyet sevgisiyle büyüdüm.”

Çocuk zamanların hatıralarını hiçbir şey kirletemezdi ya; Ekrem, dedesini de, sokaklarında oyunlar kurduğu, yaşamının başladığı şehri de hiç unutmayacaktı. Trabzon’u, ilkokulunun hemen karşısındaki Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaki çocuklarla büyüdüğünü, o çocuklara sahip çıkanların kalplerindeki sevgiyi hissedişini, belki de yüreğindeki sevgide, sevgiyi tanımlarken hissettiklerinde onların da büyük bir payı olduğunu hiç unutmayacaktı. Unutulmayacaklar listesinde bir de Uzun Sokak’taki yürüyüşlerin keyfi ve cebindeki harçlığı bu sokaktaki muhallebicinin muhallebileri için harcamak vardı…

Eğitim hayatı

Ekrem, eğitim hayatına Trabzon’da başladı. Ailesi, oldukça muhafazakârdı. Öyle ki, Ekrem, ilkokul öncesinden başlayarak Kur’an Kursu’na gidecek, ilkokula başladığında Kur’an okumayı biliyor olacaktı…

İlkokul eğitimini “Kanuni Süleyman İlkokulu”nda aldı. Karnesinde hep pekiyi getiren,  çalışkan bir öğrenciydi. Okul başarısı bir yana, futbol da en büyük tutkusuydu. Spora, ilkokulda hentbol takımına katılarak başlamıştı. Aynı röportajda o günleri şöyle anlatıyordu:

“Futbol tutkum hep vardı. Evimiz deniz kenarındaydı. Kurstan kaçıp denize ya da top oynamaya giderdim. İlkokulda hentbol oynardım. Okulumuz Türkiye beşincisi olmuştu. Trabzon şampiyonu, Karadeniz grup şampiyonu olduk. 1982’de Türkiye finallerine Aydın’a gittik. Hentbol sayesinde ilk kez Trabzon’dan çıktım. Aydın’da sokakta mandalina, portakal ağaçları görmüştük. Çok şaşırmıştık, ilk işimiz ağaçlara saldırmak olmuştu. Herkes bize bakmıştı. Haydar Kazaz isimli Beden Eğitimi Öğretmenimiz vardı. Öğretmenimiz, Trabzon’da hentbolun altyapısını hazırladı. Ben ilkokul 5’e geldiğimde Trabzon’un 2 ya da 3 Türkiye şampiyonluğu vardı…”

Spor konusunda Ekrem’in hayatı soluksuz akıyordu sanki. Bu durum babasının da gözünden kaçmadı. “Ya spora dalıp okuyamazsa!” endişesiyle o dönem Trabzon’un ve Karadeniz’in tek özel okulu olan Özel Köşk Lisesi’ne aldırdı kaydını. Bu okulun ona kazandırdığı sağlam bir İngilizce altyapısı oldu. Üniversitede en büyük kolaylığı olacaktı…

Ancak liseye burada devam etmek istemedi. Okuldan çıkıp köye dönüyordu ve oradaki arkadaşlarıyla oynuyordu. Hafta sonu köylü, hafta içi burjuva gibi yaşadığı hissine kapılır olmuştu. Nihayet lise eğitimi için Trabzon Lisesi’ne kaydoldu. Okulun 100. Yıl mezunlarından oldu.

Burada okumayı istemesinin en önemli sebeplerinden biri de spor yapmaya devam etmek istiyordu. Ortaokul biterken futbolcu olmaya karar vermişti ve Trabzon’da, Trabzon Lisesi takımında oynamak büyük bir şeydi. Şenol Güneş, Kadir Özcan gibi bilinen başarılı futbolcuların çoğu bu takımda oynamıştı. Haliyle Ekrem’in de hayallerini süslüyordu. Ve hayalleri gerçek oldu. Lisesindeki bu takımda oynadı; kalecisi de oldu. Ancak hayallerin de bir bedeli oluyordu tabii. Babası haklı çıkmıştı. Ekrem, lise son sınıfta 50 günden fazla okula gidemedi. Sınıfta kalmamıştı; ama İnkılap Tarihi Öğretmeni “Futbolcuları sınıfta bırakacağım!” demiş, dediğini de yapmıştı. Bu dersi bütünleme ile geçti.

Futbol ile ilgili bu durum onu sadece okuldan değil, derslerden de uzaklaştırmıştı. Ailesinin gönlü Ekrem’in mühendis olmasından yanaydı. İnşaat Mühendisi olma fikri Ekrem’in de aklına yatmıştı aslında; ama tercihlerine yazsa da kazanamadı.

Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin sınavına girdi ve İnşaat Bölümü’nde okumaya başladı. Ancak bu kez de okulun konumunu beğenmemişti. Ailesini de ikna ederek Girne Amerikan Üniversitesi’nde İşletme Bölümü’ne kaydoldu. Ailesi 1987’de, İstanbul’a taşındı. Bunun üzerine Ekrem de İstanbul’a geldi ve lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nde tamamladı. Ardından da yine İstanbul Üniversitesi’nde, İnsan Kaynakları ve Yönetimi’nde, yüksek lisans yaptı.

İş hayatı

Ekrem’in eğitim süreci geçerken, bu arada inşaat ve taahhüt işleri yapan aile şirketleri de günden güne ilerliyordu. Ekrem’in de iş hayatı 1992’de, burada, aile şirketinde başlamış oldu. Bu şirkette Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı.

Bu arada okul yıllarında ilgilendiği ve daha sonra eğitimi için bırakmak zorunda kaldığı futbol tutkusu da ateşlenmişti. Sıkı bir Trabzonspor taraftarı olan Ekrem, bir dönem Trabzonspor Futbol Kulübü’ne yöneticilik yaptı. 2008’de, takımın basketbol şubesini de kurdu. Hayallerine tekrar ulaştığında 31 yaşındaydı. İdealinde yine Şenol Güneş vardı. Daha sonra ise, Beylikdüzü Spor Kulübü’nün yöneticisiydi…

Evliliği

Dilek ve Ekrem, aile ortamında, Dilek’in üniversiteye hazırlandığı dönemde tanıştı. Sonra da görüşmeye devam etti. 2 yıl süren bir tanışmanın ardından, 18 Kasım 1995’te, evlendiler. Bu evlilik onlara, 1997’de Mehmet Selim adını verdikleri ilk çocuklarının ardından, 2005’te Semih ve 2011’de de Beren’i getirdi. Mutlu evliliklerinin sırları pek basitti aslında. Yolu sevgi ve anlayıştan geçiyordu…

Dilek Hanım, yıllar sonra eşiyle birlikte verdiği bir röportajda, eşinin çocuklarına karşı ilgi ve sevgisini şöyle anlatıyordu: “Ekrem çok yoğun çalışıyor, hayatının her döneminde böyleydi. Fırsat buldukça çocuklarımızla vakit geçiriyor. Onlara zaman ayırmaktan asla geri durmaz. Çocuklarımızdan sevgisini, şefkatini, ilgisini asla esirgemez. İBB Başkan adaylığının açıklanmasının ardından biraz uzak kaldık. Çocuklarımız da bu tempoya alışkın, bazen şikâyet etseler de babalarının sevgisine her zaman güveniyorlar.”

Ardından da bir başka soruda ilişkilerini yaşayışlarındaki sadeliği dile getiriyordu: “Hayatımızdaki rutinleri beraber yapmayı seviyoruz. Türkiye’deki çoğu aile gibiyiz. Birlikte vakit geçirebildiğimiz zamanlardan keyif alıyorsak bizim için yeterli. Çok sık yapamadığımız tatil planlarımız oluyor. Birkaç gün de olsa farklı bir yerde dinlenmek bize çok iyi geliyor. Birlikte yemek yemek, aynı filmi izlemek, aynı odada kitap okumak bizim için çok keyifli anlar”.

Eşinin en sevdiği ve en sevmediği yönünün “çok çalışkan ve sorumluluk sahibi olması” olduğunu gülerek dile getiren Dilek Hanım, eşinin başarısını ise, şöyle açıklıyordu: “Ekrem üzerine düştüğü her işe çok fazla mesai harcar. Her işine oldukça önem verir. Sorumluluğunu her noktada taşır. Başarılı olmasının en temel noktası da bu aslında bu kadar çalışkan olması.”

Siyasete ilgisi babasıyla başladı

Ekrem’in siyasete yönelmesindeki etken babasıydı. Babası Hasan Bey, 60’lı yılların sonundan itibaren 1980 öncesi döneme kadar MHP’liydi. Fanatizmi yoktu. Lisede birlikte okuduğu solcu arkadaşlarının babası hakkında söylediklerini Ekrem, yıllar sonra verdiği bir röportajda aktarırken, şunları da ekliyordu: “Aynı dönemde lisede okuduğu solcu arkadaşları “Bizim Hasan sağcıydı, ülkücüydü; ama başımız sıkışsa gelir bize yardım ederdi. Bazen bizi polisin elinden alırdı…” diyor. Gurur duyuyorum tabii. Beni de farklı yetiştirdi, hiç patron çocuğu gibi değildim mesela. Ameleydim, bulaşık yıkadım ya da çıraktım. Üniversiteden sonra ancak onunla yan yana durabildim.”

Babası Hasan Bey siyaset yaptığı dönemde, Ekrem lisede öğrenciydi. Hasan Bey, Trabzon’da ANAP’ın (Anavatan Partisi) kurucuları arasındaydı. 1984-1987 yılları arasında da Trabzon Merkez İlçe Başkanı oldu. Ancak siyasette talihsizlik yaşamıştı. Bir dönem seçim kaybetti. Milletvekilliği seçimlerinde kendisine bir yanlış, bir haksızlık yapıldığına kanaat getirmiş ve küsmüştü. Belki öfkesinin büyüklüğünden, belki de tebdili mekânda ferahlık olduğunu düşündüğünden Hasan Bey, kardeşlerine “Ben ticareti de Trabzon dışında yapacağım.” demişti. Yıl 1987’diydi. İstanbul’a yerleşme macerası da işte böyle başlamıştı. Tabii bu durum, siyaseti de bıraktığı anlamına geliyordu…

Ekrem’in dedesi ya da büyük dedesi siyasetle aktif bir şekilde ilgilenmemişti. Ancak onlar da Demokrat Partililerdi. Bir amcası MHP’liydi, büyük amcası da Necmettin Erbakan’ı severdi. Anne tarafı ise, CHP’liydi. Siyaset konusunda karma bir ailede büyümenin büyük bir zenginlik olduğunu düşünüyordu…

Velhasıl Ekrem de babasından mütevellit içinde ANAP’a karşı bir sempatiyi hep büyütmüştü. Hatta siyasete ilk adımını da buradan atmıştı. Siyasete başlama konusunda bir anısını aynı röportajda şöyle anlatmıştı:

Hatta İstanbul İl Yönetimi’ne davet edildim. Mükerrem Taşçıoğlu, o dönem İl Başkanı. Toplantıda ayağa kalktı, “Yeni yönetim hayırlı olsun, şunlar şunlardan oluşuyor, hadi başlayın!” dedi. Tam gidecek, elimi kaldırdım. “Ben Güngören’den geliyorum. Ticaretle uğraşıyorum, üniversiteyi bitirmek üzereyim. Kendimi tanıtıp, görev almak isterdim; ama siz görev dağılımını yaptınız ve gidiyorsunuz. Birçok arkadaş var, tanımak isterim, hatta siz de tanısanız iyi olabilir.” dedim. Döndü, masaya oturdu ve “Doğru söylüyor, hadi hepinizi tanıyalım, görev dağılımını haftaya bırakalım.” dedi. Haftaya tek bir değişiklik olmuştu. Surdışı İl Başkan Yardımcılığı’nı bana verdiler.”

Bu görev 5-6 ay kadar sürdü…

Beylikdüzü Belediye Başkanı

Dedesini, onun İstiklal Gazisi oluşunu, Atatürk sevgisini yüreğine kazıdığını bir an olsun aklından çıkarmıyor, kendini daha çok ifade edebileceği alanlarda olmak, bir şeyler yapmak istiyordu. Kendisini yine aynı röportajda şöyle tanımlıyordu:

“Ben Cumhuriyet’in değerlerine inanan, İstiklal Gazisi bir dedenin torunu olarak Atatürk sevgisiyle büyümüş, Türkiye’nin her değerini bilen, hisseden, 5-6 yaşından beri din eğitimi almış, inançlı, herkese eşit bakabilen biriyim. Evet, muhafazakâr bir aileden geliyorum; ama sosyal demokrat değerlerle üniversitede tanıştım. Bu değerleri benimsedim, inandım. 2008 yılında siyaset yapmak için gerekçelerim vardı ve adresim CHP’dir dedim. Başka siyasi partilerden teklif aldım; ama hiç düşünmedim.”

Beylikdüzü ise hayaliydi. İki çocuğu da burada doğmuştu. Öyle çok rahatsız olduğu durum vardı ki… Siyaset yapmak isteyen ve içinde olan biriydi. Beğenmediği şeyler varsa, üzerine sorumluluk almak için adımlar atabilirdi. 2008’de CHP’ye üye oldu. 2009 Türkiye Yerel Seçimleri’nde de Beylikdüzü Belediye Başkanlığı için aday adayıydı. Ancak partisi tarafından aday gösterilmemişti. 5 ay sonra İlçe Başkanlığı teklifi aldı. 16 Eylül 2009’da, CHP Merkez Yürütme Kurulu, onu, CHP Beylikdüzü İlçe Başkanlığı’na atadı.

Artık tam anlamıyla siyasetin içinde aktif rol aldığının farkındaydı. Bizzat içinde yaşayarak pek çok şey öğreniyor, pişiyordu. 27 Aralık 2009’da gerçekleştirilen CHP Beylikdüzü İlçesi 1. Kongresi’nde seçilen ilk İlçe Başkanı’ydı. 18 Mart 2012’de yapılacak 2. Kongrede ise, yeniden İlçe Başkanı seçilecekti…

İmamoğlu, 15 Temmuz 2013’te CHP Beylikdüzü İlçe Başkanlığı görevinden istifa etti. 2014 Türkiye Yerel Seçimleri’nde ise, CHP’nin Beylikdüzü Belediye Başkanı Adayı olarak gösterilmişti. Seçimler sonuçlandığında İmamoğlu, partisinin bir önceki seçimde yüzde 30 olan oy oranını, yüzde 50,8’e çıkarmıştı.

Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü Belediye Başkanı oldu…

Büyükşehir Belediye Başkanı Adaylığı süreci

23 Eylül 2017’de, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, görevinden istifa ettiğini açıkladı. CHP’nin bu görev için adayı Ekrem İmamoğlu oldu. 28 Eylül’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde yapılan oylamada AK Parti Adayı Mevlüt Uysal, 179 oy ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. İmamoğlu ise, bu oylamada 125 oy almıştı…

Daha sonra 31 Mart 2019’da yapılacak Yerel Seçimler için 18 Aralık 2018’de Aday Tanıtım Toplantısı yapıldı. CHP, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak Ekrem İmamoğlu’nu gösterdi.

Seçim süreci oldukça iddialı geçecekti tabii. Adaylar kendilerini tanıtmaya, vaatlerini açıklamaya başlamıştı bile. Doğrusu az bilindiğinden bu konuda İmamoğlu’na bir hayli iş düşüyordu. Ama o, “Göreceksiniz, 350 bin Beylikdüzülü beni anlatacak İstanbul’a… Sadece onlar değil, biriktirdiğim dostlarım da arkamda olacak. Beni tanıdıklarında çok sevecekler, o kadar sevecekler ki, ‘Bu benim evladım, kardeşim’ diyecekler!” diyordu.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu

Seçim süreci ilerledi ve 31 Mart 2019 günü geldi. Oylar verilip sayıldıktan sonra Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven, 1 Nisan günü, ellerindeki son bilgiye göre, süreci “Şu an itibarıyla Ekrem İmamoğlu 4 milyon 159 bin 650; bana gelen rakam. Binali Bey’in 4 milyon 131 bin 761 oyu sisteme tanımlanmış vaziyette.” açıklamasıyla duyurdu. İmamoğlu, 27 bin 889 oy farkı ile öndeydi. Yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, İmamoğlu seçilmiş denebilirdi.

Ancak AK Parti İstanbul İl Örgütü, 2 Nisan günü geçersiz oyların yeniden sayılması ve hatalı sandık tutanaklarının düzeltilmesi talebiyle itirazda bulundu. YSK itirazı kabul etti ve böylece oylar yeniden sayılmaya başlandı. Tüm haber merkezleri ve sosyal medya üzerinden halk gündemi takip etmeye başladı.

Mazbatanın alınma süreci, 17 gün sürdü. Uzayan süreçte İmamoğlu ve Yıldırım arasındaki oy farkında azalma olsa da, itiraz edilen oyların sayımında İmamoğlu yine öndeydi. Ve Ekrem İmamoğlu, seçimden 17 gün sonra, 17 Nisan’da mazbatasını aldı. Böylece Ekrem İmamoğlu, resmi olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.

İstanbul için bu uzun zamanın üzerine bir yenilik etkisi demekti. Çünkü 1994’te, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, seçimi kazanmasıyla İstanbul, SHP’den (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) Refah Partisi’ne geçmiş oldu. 25 yıldır sağ-muhafazakâr yönetimde olan İstanbul, Ekrem İmamoğlu’nun Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesi ile 25 yıl sonra yeniden bir sol partinin yönetimine geçmiş oldu. Ancak bu noktada yine İmamoğlu’nun birleştirici düşüncesini hatırlatmak istiyorum. Kendisi tüm seçim süreci boyunca, tüm partilerin bir masada toplanacağı bir yönetim istediğini anlattı. Seçimleri kazanması ile ilgili ise, şu yorumda bulundu: “İstanbul’un 16 milyon insanının gönlünü kazanmak olarak yorumluyorum. Bunu güçlendireceğiz. Başka bir siyasi dil ve süreci, İstanbul’a vadediyorum.”