ÖNCER ÜNLÜ
BAŞYAZAR
Dünyadaki araştırmacılar ve yazılı ve görsel basın, sosyal medya ( 1981 – 1997) doğum aralığında dünyaya gelenleri “Y” kuşağı, (1997- 2011) yılları arasında da dünyaya gelenleri “Z” kuşağı olarak kabul eder. Birçok insan kendi çocuğunun hangi kuşakta olduğunu bırakın ne istediğini bile bilmez.
Bayram tatilinde başta kendi oğlumu,yeğenlerimi karşıma alıp oturttum.Dördü de değişik şehirlerdeki üniversitelerde okuyorlar.
Gençlerle aklınıza gelebilecek her konuda açık açık konuştum onları can kulağıyla dinledim. Dört saat süren bu verimli sohbet sonucunda 29 yıllık eğitimci olan benim bile tam olarak bilmediğim ya da eksik bildiğim konular olduğunun farkına vardım.Bunun sonucunda artık tüm gençliğe daha farklı bakmaya, onlarla empati yapmaya odaklandım.
Gençler, internet ve sosyal medya aracılığıyla dış dünyayla çok çabuk tanışıyor.Onların yaşantılarını, olanaklarını,düzenlerini kısaca her şeyi görüyorlar ve değerlendirip kendi ülkeleriyle kıyaslıyorlar.Sonra da sorgulamaya başlıyorlar.
Oradaki üniversitelerdeki eğitimle bizdeki eğitim niçin bu kadar farklı?
Oralarda beslenme ve barınma konularında sıkıntı yokken bizlerde niçin hep sıkıntı ?
Anlayacağınız bu sorular böyle uzayıp gidiyor.
Bizim ülkemizdeki yaşayan gençliğin en önemli sorunu bana göre her konudaki eğitimsizliğimiz. Başka bir açıklaması yok.İster katılın isterseniz katılmayın bu tespite.Sadece alfabe öğrenip bir diploma almayla hiçbir şey çözülmüyor ki!
İçinde yaşadığımız toplumu irdelediğimiz zaman gördüğümüz çoğunluğun baskıcı,hurafeci, cemaat ve tarikatlardan medet uman,onlara canla başla bağlı, kendi akıllarını kullanmaktan yoksun kalmış insanlar olduğudur.
Bir diğer büyüklerin oluşturduğu grup ise ben ailemden, atalarımdan böyle gördüm,doğrusu bu diyenlerdir.
Burada özellikle iğneyi biz eğitimcilere de batırmak istiyorum.
Bizlerinde hem ebeveyn hem de eğitimci olarak hataları var mı? Evet var hem de birden fazla.
Üzüntüyle belirteyim ki; bir çok aile geleneksellikten ayrılamıyor,yenilikleri kabul edemiyor, aydınlanmayı reddediyor. Aile bunları istese bile bu defa da mahalle baskısı dediğimiz olay devreye giriyor. Neredeyse bizdeki her aile çocuğunun ilkokuldan itibaren hayatını kendisi çizmeye başlıyor.Çocuk büyüdükçe de bu süreç devam ediyor, ona hiçbir fırsat neredeyse tanımıyor.
Doğru düzgün bir eğitim almamış ya da alamamış genelde herhangi bir eğitim kurumundan zar zor bir diplomaya sahip aile büyükleri kendi arzu ve emellerini çocuğunun üzerinden gerçekleştir mek istiyor. Ben doktor olamadım, sen olacaksın; ben pilot olamadım sen kesinlikle o mesleği seçip pilot olacaksın, ya da evladım şimdiki en iyi meslek avukatlık.Annenle ben avukat olmanı istiyoruz gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
Niye böyle peki; çünkü en başta aile çevresine sonra konu komşuya caka satacak hafif alaylı biçimde. Benim kızım ya da oğlum şu üniversitenin şu bölümünü kazandı sizinki ne yaptı ?Bu klasik soruyu yıllardır duyuyorum.
Çocuğu karakterli mi yetişmiş,vizyonu çapı var mı umurunda bile değil. Elbette toplum da bu zaten.Olan da gençlere oluyor.
Sayın okurlar hiç araştırdınız mı acaba? Dünyanın gelişmiş hangi ülkesinde sınava giren bu kadar öğrenci var?
Niye var ? diye soruyor musunuz ?
İlkokulda 1. Sınıfta 8 ay boyunca okuma ve yazma öğrenemeyen bir çocuğun ailesi isterse sınıf geçtiğini biliyor musuz ?
Otuz beş kişiden oluşan bir sınıfta otuz öğrencinin takdir ya da başarı belgesi, geriye kalan beş tanesinin de teşekkür belgesi aldığını gördünüz mü? Artık eğitim böyle.
Ülkemiz maalesef Sanayi Devrimi’ni yaşamamış bir tüketim toplumu durumunda. Yaşamadığı için de dünyanın en alt liglerinden bir türlü kurtulamıyor. Bilimin ve de aklın yürütülmediği bir toplumda sizler sabahtan akşama kadar benim çocuğum üniversiteye gidiyor deseniz ne olacak ki?
Güzel gitsin de; “ Hangi nitelikli üniversiteye gitsin ?” Neredeyse bizim kasabaya bile üniversite açılacak.Açılsın da acaba kaliteli,sorgulayan ufku açık öğrenci veya genç yetiştirecek kaç tane donanımlı, vizyonlu, gençleri küçümsemeyen, hocalıktan ziyade arkadaşlık yapabilecek, kendini kral ya da padişah zannetmeyen kaç akademisyenimiz var? Bence iki yüz üniversite içinde toplasan elli tane ya çıkar ya da çıkmaz.
Öğretim üyelerinin bir çoğu bile işini severek yapmıyor. Bir çoğunun da gerek pedagoji gerekse empatiyi bildiğini zannetmiyorum.
Otuz yıl önce ben üniversite okurken de aynıydı kalite, şimdi de aynı.Değişen bir şey yok.
Üniversitelerin bir çoğunun binası, öğretim üyesi,ekipmanları,alet ve edevatları yok ya da çok eksik. Ama sağ olasıca siyasetçilerimiz oy uğruna, her yere tekel bayii gibi üniversite açtırdılar.Alt yapı yok, para yok, nitelikli insan yok.
Sonra da gel deki : “Bu gençler niçin huzursuz ve mutsuz ? Daha ne istiyorlar ?” “Hiç bir şey bunları memnun etmiyor.” Gibi soruları sorup dur.
Sosyal medya ve hayat o kadar çok farklı ki.Gençler için. Üzerine de cahillik eklenince hatalar art arda geliyor. Kendilerine toplumda bir yer bulmak için sigaraya, alkole başlıyor, arkadaşından geri kalmamak için etiketli giysilere yöneliyor, okuduğu şehirdeki isim yapmış kafelere ve barlara takılmaya çalışıyor.
Gençliğin yüzde seksenin de bir kompleks var çünkü. Büyük çoğunluğu ruhsal çöküntü içinde Okulu bitirince ne olacağım diye kendilerine sorup duruyorlar. Bu ülkede nerede çalışacağız.?
Örneğin ” Arkeoloji ” bölümüne girmiş, mezun olunca nerede çalışacak?Ya da Anadolu’nun bir küçük üniversitesinde mühendislik okuyor; fakat dört yıllık okul hayatı boyunca bir den fazla unvanı prof. olan bir hoca görmemiş.Bu arkadaş mezun olsa ne olur? Olmasa ne olur ? Sonra da gel bu gençlerden başarı, kariyer bekle.
Üniversite öğrencisinin en temel sorunu barınma ve beslenme.
Kalabalık yurt odaları, yemekhanelerde çıkan rezil yemeklerde cabası. Kaç öğrenci her öğünü düzgün yiyor ya da günde üç öğün yiyor mu acaba?
Devlet komik rakamlardan oluşan kredi veriyor,okul bitince de gençler daha iş bulmadan,çalış madan verdiği parayı faiziyle geri istiyor.
Öğrencinin biraz geliri iyi. Arkadaşıyla bağımsız bir evde yaşamak istiyor.Ama orada da devreye benim misafirperver,İslam dininin getirdiği tüm kuralları eksiksiz yapan, yurdumun güzel ev sahiple ri ortaya çıkıyor.Bu arada az da olsa gerçekten samimi, aydın, gençliğin derdini anlayan ev sahiplerini bu kategoriye almıyorum.
Bir çoğu güneş görmeyen bodrum katlarını, özellikle büyük şehirlerde, hayvanın zor barınacağı uydurma odaları hem fahiş fiyatla ve yüksek depozito alarak kiralıyorlar hem de bu gençleri potan siyel suçlu görüyorlar daha tanımadan.
Sanki ev kiralamıyor gençleri esir alıyor mübarekler.
Gençler, parasızlık yüzünden doğru dürüst müzik,tiyatro,sinema gibi etkinliklerine,gidemiyorlar, kitap okumakla alakaları yok, herhangi bir hobiyle uğraşacak ne zamanı ne gücü var. Yurt dışına yaptığım gezilerde mutlaka rehberlere,gençliği sormuşumdur. Tümünün ortak görüşü : “Avrupa’da yaşayan üniversite öğrencileri mutlaka özellikle yazın çalışır, kendi harçlıklarını çıkarır, trenle çevre ülkeleri gezer görgülerini arttırıp, yeni kültürler öğrenir, bol bol etkinliklere katılırlar.” Demişlerdir.
Tek fark nedir ?
Avrupa ya da A.B.D. de her çocuk mutlaka üniversiteye gitmiyor,eğitim sistemleri onları neye yönlendireceğini gayet iyi biliyor.
Üniversite gençliğinin bir başka sıkıntısı da tüm toplumda olduğu gibi kampüslerdeki kutuplaşmalar Bu da onları daha da umutsuzlaştırıyor.
Bu ülkede siyaset uğruna her şey değerini yitirdiği için benim gençliğin sorunlarının yüzde yirmisi nin düzeleceğine dair umudum yok.
Sonuç olarak ; ” Gençlik ” UMUTSUZ ”
Güzel günler göreceklerine de zerre kadar inanmıyorlar.
Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.