DUAYEN HOCA’NIN KALEMİNDEN
ÖNCER ÜNLÜ
BAŞYAZAR
Mavra; adı üstünde, boş vakitlerde rahatlamak, gülmek, güldürmek,mizahı en ince ayrıntısına kadar kullanmak için yapılan sohbettir.
Günlük hayatımızda, morallerimiz bozuk olduğunda ya da canımız çok sıkkın olduğunda, bunaldığımızda azıcık da olsa ferahlamak,gülmek, rahatlamak için mavra yapacak yerler ve dostlar ararız.
Son zamanlarda yazılı ve görsel medyada gezinirken gerçekten iç karartıcı haberler, yorumlar ve videolara rastlıyorum. Bu ruh halinde olduğum zaman mutlaka komik mavra yazıları arıyorum.
Meslek hayatımda yirmi dokuzuncu yıla girerken gerek öğrencilerle, gerek velilerle gerekse de eğitimci arkadaşlarla gerçekten trajikomik olaylar yaşadım.
Bundan sonra kendime dedim ki:” bari on beş günde yazdığım köşeme mavra yazısı koyayım.Belki bir nebze de olsa insanları güldürebilirsem ne mutlu bana “ diye düşündüm.
Umarım hoşunuza gider. Bugünkü mavramız eski öğrencilerimden Yusuf'un maceralarından bir tanesi.Yusuf,yaşıtlarına göre oldukça kilolu ve algılaması zor olan bir öğrenciydi. İki gün içinde arkadaşları kendisine " Köfte” lakabını taktılar. Bir ay içinde bütün okul, öğrencisinden öğretmenine, hizmetlisinden velisine kadar Yusuf’u tanıdı ve bir anda adı sadece köfte oldu.Yusuf da bu köfte lakabından iyice nemalandı dersem kesinlikle abartmış sayılmam.
Yusuf, sınıfa girdikten 10 dk sonra yemeğini ortaya çıkarır ve iştahla atıştırmaya başlardı.Diğer çocuklar ders yapar, kendisi hiç oralı olmazdı.aklı fikri devamlı yemek yemekti. Evden getirdiği yiyecekler bittiği anda da sınıfta beslenme saati başladığında bir sırtlan gibi sağa sola saldırırdı.Kim yerinden kalktı çöpünü dökmeye gitti, hemen onun sırasında kalan yiyecekleri bir çırpıda mideye indirirdi.
Okul bahçesinde tek yaptığı hangi sınıftan olursa olsun gözüne kestirdiği çocuğu kovalamak ve onun bes lenmesine el koymaktı. Gerçekten obeziteydi. Çocuklara ben sizin " Köfte Yusuf “ abinizim bana getirdiğiniz yiyeceklerden verirseniz sizi okulda korurum derdi.
Bir gün okula gelen bir velim ile sınıfın kapısının nünde ayak üzeri konuşurken birden içeriden bağrışma sesleri geldi. Ne oldu diye baktığımda bir de ne göreyim?
Yusuf efendi elindeki limonata şişesini yudumlarken “ kulağı işte gözü oynaşta” misali, şişeyi sıraya dökmüş ve limonatası araya gitmesin diye pislik içindeki sıranın üzerini yalıyordu. Diğer çocuklar da kusmamak için bağırıp duruyorlardı.
Yusuf ne yapıyorsun dediğimde pişkin pişkin sırıtarak; “ limonatam arıya gitmesin diye böyle yapıyorum” dedi.Ağlamakla gülmek arasında o an gidip geldim.Yusuf ise hiç oralı değildi.
Okulun ilk aylarında Yusuf’un davranış şekli, göbeği ve tombul kırmızı yanakları herkese komik geliyor du. Ama gün geçtikçe önce diğer sınıflardaki öğrencilerden, sonrasında öğretmen arkadaşlardan nihayetin de de velilerden şikayetler hızla artmaya başladı.
Ailesinde okuma ve yazma yoktu.Müthiş bir cehalet içindeydiler. Tek dedikleri Yusuf gözümüzün nuru, tek oğlumuz,çok akıllı, çok zeki. Çocuğa toz kondurmuyorlardı.Aile hiçbir çözüm önerimizi dinlemiyor bildiğini okuyordu.Babaya, mutlaka Yusuf’u çocuk psikiyatristine götürün dediğim zaman adam gözü karardı.
Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık haline girmiştim. Her gece yatakta bu sorunu nasıl çözeceğim diye kumkuma kuşu gibi düşünüp duruyordum.Yusuf sadece yemekleri araklasa bir şey olmayacak amma artık önüne gelene küfrediyor ve kavga ediyordu.
Yusuf, yeme ve içme çalışmalarına aralıksız devam ederken sınıftaki bir çok öğrencim onun limonata içme olayından sonra meyve suyu içmeyi okulda bıraktılar.
Yaklaşık üç ay sonra annesi Emine bacı her zamanki rutin ziyaretlerinden birine geldi. " Hocam " dedi ben bununla ne yapacağım ? Hayırdır dedim.
Akşam matematik çalıştırayım dedim karşıma aldım.” Yusuf, masadaki tabakta 5 elma var bunlardan bir tanesini yersen kaç elma kalır ?” diye sordum dedi. Yanıt olarak; “ hiç kalmaz” dedi, dedi. Annesi, “ nasıl “ hiç kalmaz diyince de; Yusuf : “ Hepsini ben yerim kimseye zırnık koklatmam “demiş.Emine bacı bunu diyince artık kahkahayı patlattım elimde olmadan. Emine bacı saf saf bunları anlatırken Yusuf'ta annesinin yanında akşama bumbar yap yoksa eve girmem, sokakta yatarım diye bas bas bağırıyordu.
Mart ayı gelmişti.Tüm sınıf okurken bizim Köfte Yusuf hala ismini bile yazamıyordu. Tek bildiği bol bol defterini karalayıp sonra da defterimi çocuklar teneffüste karalıyor diye şikayette bulunmasıydı.O günler de ders esnasında Yusuf birden ağlamaya başladı. Tüm sınıf şaşırdık haliyle.Meğerse kabız olmuş,tuvalet te yapamıyormuş, annem ya da babam gelsin tuvaletimi yaptırsın diye ağlıyordu.
Sınıf dersi bıraktı ve bütün çocuklar Yusuf’a ; “iyi olmuş, oh olsun” diye bağırıyordu.Köfte Yusuf’ta hem ağlıyor hem onlara “ şerefsizler,sizi öldürecem” diye bağırıyordu.Sınıfım bir anda Hisseli Harikalar Kum panyasına döndü.
Nihayetinde babasını aradım yaklaşık on dakika sonra geldi ve Yusuf’u eve götürdü. Bu arada sınıfım elinden o kadar yılmıştı ki;” işşallah yapamaz, hastaneye götürürler “diye söyleniyorlardı.Bazıları ise: “ öğretmenim işşallah bir daha gelmez de kurtuluruz” diyordu.
Köfte Yusuf, üç gün okula gelmedi de biz de gerçekten aklı başında ders işledik.Sonra geldi yaramazlık lar kaldığı yerden devam etti.
Yusuf, devamlı bumbar, köfte, şırdan, döner yiye yiye bağırsakları çalışmaz hale getirmişti.
Sonra ne mi oldu ? Okul bitiminde başka mahalleye göçtüler de biz de rahatlamış olduk, çocuklar da bayram ettiler. Yoksa halimiz haraptı... Aile o kadar cahildi ki çocuğu ne doktora, ne R.A.M.'a ne de hastaneye götürmediler. Umarım akıllanmıştır.