Vakit öyle bir vakit ki anlıyon mu?

AYÇA ÖZTORUN Güneş’in tepemizi deldiği, beynimizi cılk yumurtaya çevirdiği; “cehennem ateşini görmek için, öte dünyaya ne hacet bre?” diyerek, sıcağa sitem edenlerin, güneş tepeye çıktığında; “bu sıcak öyle bir sıcak ki” deyip de, yumurtayı asfalt üzerine kırıp; “aha vallaa görüyonuz işte, yumurta pişti, biz nasıl pişmeyek” diye, isyan edenlerin, isyan etseler de; “dünyadan vazgeçerim, Adana’mdan tövbeler olsun geçmem” diyenlerin memleketidir Adana’m... “Ama yollar uzak!” Ağustos sıcağında; “beni yaktın, ben de seni yakarım” diye, güneşe kurşun sıkanların; “yağ, yağ, yağmur, teknede hamur ver Allahım sulu sulu yağmur” diyenlerin, harman yeridir Adana’m... “Ama mesele derin. Gamdır bu içerim!” Hiç bir memlekette eşi bulunmayan, büyülü baharın yağmurlarında, toprağın gebe kaldığı, horantanın rızkını vermek için, bereketiyle yarıldığı, ırgatın harman savurduğu memlekettir Adana’m... “Ama takvimler çentik yarası” Kış ayı sicim gibi yağan yağmurlarda, çinkolu damlarda, yağmurun sesini ninniye çevirdiğimiz, hava soğudu diyerek isyan ettiğimiz, yandım Allah Temmuz’unu bile özlediğimiz Adana’m... “Ama çocukluğum gelmez ki geri” Kendini koru değil de; “eline, diline mukayyet ol Kimseye bulaşma” diyen anaların, beyaz atleti üniforma, mangal dumanını flama, boğmayı şampanya niyetine kullananların, “buyur ciğerim sen de gel sofraya” diyen, babaların diyarıdır Adana’m... “Ama bir de o amansız ayrılık olmasa, ah olmasa varmaz olur muydum yanına?” Hasmına taktığında; “bizden bir, senden bin gider” diye, meydan okuyan dayıların, dostunu ciğerden sevip; “uğruna kurban” diye bağrına basanların, aşkını Torosların zirvesi kadar yüksek yaşayanların, namusuna yan bakana; “seni mermi manyağı yaparım” diyerek, kurşunla çiftetelli oynatanların memleketi Adana’m... “Ama delişmendir deliparlak insanlarım. Bir anda ortalığı yakan alev, bir anda coşkun akan sel!” Acılı kebabını, buz gibi şalgamını, buğulu sıcak tarhanayı, içli köfteyi, mantıyı, tandırdan bazlamayı eksik etmeyen, cömert kadınlarımızın mutfağıdır Adana’m... “Ama sadece annemin... Hamarat annemin ellerinden yiyesim gelir. Yemem başka annelerin yemeğini!” Yaz gecelerinde Ağustos böceğine, mutlu şarkılar söyleten, limon çiçeklerini başına taç eden, nergisli, sümbüllü, Anavarza bülbüllü, Kozan koçyiğitli, Ceyhan nehirli, Karataş’ta, Yumurtalık’ta coşkun denizli, bin bir efsaneli Adana’m... “Ve ninemin dizlerinde uyuklarken ben, dillerinde Kozanoğlu destanı, içli içli söylerdi, can yangını ağıtı. İşte o zaman bağlandım sana Adana! Bazı zaman düşler görür, alageyiğinin sırtında ulaşırdım Toroslara” Bağrı yanık yiğitlerini, bıçkın delikanlısını, “itirazım var” diyerek, nara atanını, cana can olanını, cananını baş tacı yapanını, ırgatını, marabasını, sanatını, sanatçısını, bağrında büyüten Adana’m... “Yeminle Yılmaz Güney’in, Yaşar Kemal’in sesi geliyor her bir yandan. İnce Memed bana sesleniyor Hemite dağından” Ey ünü büyük Adana’m; sana daha ne diller döküp, neler yazayım? Kemancı Rıfat’la geleyim Toroslarda iki tek atayım, içimi dökeyim senin için serenat yapayım. Toprağından geldi bedenim, toprağında yatayım... “Ama şimdi toprağında sümbül mü oldu babam? Oy ki, oy! Süne süne laleye, süne süne nergise mi boy verdi?” Adana’m, bilmem anlatabildim mi kendimi? Saat gecenin dördü, Yazar’ın hasrettir derdi. Öyleyse Kemancı çal, Şimdi vakit efkâr vakti...
Benzer Videolar